
■ Politika’dan Yorum
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum’un Habertürk’te yayınlanan yazısı (röportaj şeklinde yayınlanmış olsa da soruları ve cevapları ile üzerinde epey çalışılmış bir yazı olduğu çok açık) tam da “süreç tıkandı mı?” kaygılarının dile getirildiği ve bir aylık aradan sonra İmralı Heyeti’nin A. Öcalan’ı ziyaretinin hemen akabinde yayınlanmış olması ve Cumhur İttifakı’nın AKP tarafından şimdiye kadar ilk kez bu kadar geniş bir kavramsal çerçeve sunan bir yazı olması bakımından detaylı bir şekilde ele alınması gerekiyor.
Uçum, sürecin “devlet aklı” ile belirlenmiş bir “devlet siyaseti” olduğunu belirtiyor öncelikle. Bunu derken bir yandan bizim değil devletin politikası demek istiyor, diğer yandan da devlet olmadıkları halde kendilerini devlet olarak tanımlamaya çalışıyor. Kısacası bir laf salatası yaratmaya çalışmış. Biz elbette bu “devlet aklı” dedikleri şeyin ulvi, çıkarlar üstü bir şey olmadığını biliyoruz. Ama Uçum, sözlerine önem kazandırmak için bunu vurgulamak gereği duymuş. Uçum’un sözlerinin ister “Devlet aklı”nı ister Cumhur İttifakı’nın AKP kanadının resmi görüşleri olarak kabul etsek de son derece önemlidir. Birçok konuya dair çerçeve çizen yazının en önce ele alınması gereken kısmının süreci “çözüm süreci” olarak değil, “geçiş süreci” olarak tanımlamasıdır. Bu tanımlama ile iki aşamalı bir süreç tanımı yapılmış olunuyor:
“Geçiş sürecinde genel talepler ve haklar değil, kapsamdaki kişiler için geçişi sağlayacak teknik ve pratik hukuki koşullar ele alınır.”
Peki “genel talepler ve haklar”ın ele alınacağı ikinci aşama ne zaman olacak? “Genel talepler ve haklar”dan kastedilen nedir? Bunlar belirsiz elbette.
“Geçiş süreci”nde “kapsamdaki kişiler için geçişi sağlayacak teknik ve pratik hukuki koşullar” ile kastedilenin ise ne olduğu açık. Kendin fesheden ve silah bıraktığını açıklayan PKK üyelerinin ve “terör örgütüne üye” ya da “üye olmasa da üyelik” gibi suçlamalar ile cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlülerin durumu. Bu “teknik ve pratik hukuki koşullar” sağlanarak bir silahlı güç olarak PKK’nin varlığı ortadan kaldırıldıktan sonra demokratik siyaset alanının genişlemesi ihtimali doğar, diyor Uçum! Nitekim, geçiş süreci için önerdiği özel bir “geçiş süreci kanunu”nun kapsamını da “geçişte ihtiyaç duyulan toplumsal ve ekonomik hayata katılım ve entegrasyon hukuku, ceza ve infaz hukuku ile sosyal hukuk konuları” olarak tanımlamaktadır. “Tabii bu kanun, Anayasa’ya aykırı yorumlanacak hiçbir hüküm içermemelidir. Ayrıca kanun içeriği düzenlenirken Devlet, Ülke ve Millet hassasiyetlerine ve kırmızı çizgilere uygunluk temel kriter olmalıdır.”
Bu çok açık ki, ipe un serme ve süreci sabote etme girişimi! Çünkü açıkça karşı tarafı “terörist” olarak yaftalamaya ve “teslim ol” çağrısı yapmaya devam ediyor Uçum. PKK’nin fesih ve sembolik silah bırakma hamlelerine karşılık olarak demokratikleşme, Kürt ulusunun taleplerini (Uçum’un genel talepler ve haklar dediği) tanımaya yönelik ısrarlı çağrılarını reddederek hala “önce teslim olun, sonra bunları konuşuruz” demektedir.
Ama aslında Uçum’a göre Kürtlerin “genel talepler ve hakları” konusunda da konuşulacak bir şey yoktur! Çünkü Uçum’a göre Kürtlerin statü sorunu yoktur!
“Türkiye’nin Kürtlerinin bir statü sorunu ve dolayısıyla statüye dayalı tarif edilecek bir hakkı yoktur. Çünkü sözü edilen statü; ülke ve devlet sahibi olmaktır. Türkiye’nin Kürtleri, bin yıllık kardeşlik ruhu ve bilinciyle emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşımızda, yine aynı bilinç ve ruhla Cumhuriyetimizin kuruluşunda yer aldı. “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir!” ilkesi uyarınca Türk Milletinin ayrılmaz parçası olan Kürtler, gönüllü olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna katılıp kendi kaderlerini ebediyen tayin etti. Dolayısıyla Kürtlerin Milli Devleti Türkiye Cumhuriyeti’dir, Kürtlerin Vatanı Türkiye’dir.”
Türklerin ülke ve devlet sahibi olma hakları vardır ama Kürtlerin yoktur! Uçum, Kürtlere bir kere “gönüllü olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna katılıp kendi kaderlerini ebediyen tayin etti”, yani “atı alan Üskürdar’ı geçti”, bir daha geri dönüşe izin vermeyiz diyor. Bu sözlerinin Kürt hareketinin Lozan Anlaşması eleştirilerine, 1921 Anayasası vurgularına bir cevap niteliği taşıdığı açık. Evet, Lozan’da Kürtler büyük bir oyuna getirildi, yerel kongrelerde kendilerine verilen sözlere güvenerek ulusal haklarının Lozan Antlaşması’nda belirtilmesinde ısrar etmediler. Fakat Lozan’dan hemen sonra Ankara hükümeti tarafından aldatıldıklarını görerek ilk isyanlarını gerçekleştirdiler. Dolayısıyla bir “oldu bitti” durumu yoktur ortada. Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı vardır, bu hak Kürt sorunu yoktur diyerek ortadan kaldırılamaz, bu hakkın ayrı devlet olarak mı, federasyon, özyönetim veya kültürel haklar şeklinde mi kullanılacağı ise sadece Kürt ulusunun özgür iradesine bağlıdır.
Uçum, “atı alan Üsküdar’ı geçti” açıkgözlüğünü “Kürt sorunu” tanımında da yaptığı ayrımla devam ettiriyor. Ona göre “iç Kürt sorunu” ve “dış Kürt sorunu” var. “Dış Kürt sorunu” şöyle tanımlıyor: “Emperyalist proje, Türkiye’nin Kürtlerini; bağımsız devletleri olan Türkiye Cumhuriyeti’nden, vatanları Türkiye’den koparmayı hedefliyor. Kürtlere ait devlet ve ülke projesi, Kürtlerin “statü hakkı” olarak tarif ediliyor. Bunun ilk adımı olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yetki devri/siyasi özerklik öngörülüyordu.”
“İç Kürt sorunu” ise, “Türkiye’de 1980’e kadar geçen Cumhuriyet tarihimiz boyunca Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşanan çeşitli olumsuz pratikler ile tarihî, kültürel, sosyolojik, ekonomik ve siyasi tartışmalar Türkiye demokrasi tarihinin gelişim sürecinde ve derin münakaşalarında hep önemli bir yere sahip oldu… Demokrasi tarihimizi askıya alan en kara dönemlerden 12 Eylül faşizmiyle birlikte devreye sokulan Kürtlerin reddi ve inkârı girişimleri ise bir ‘iç Kürt sorunu’ tarifi yapılmasına neden oldu” şeklinde anlamsız, içeriksiz bir şekilde tanımlanıyor. “Cumhuriyet tarihimiz boyunca Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşanan çeşitli olumsuz pratikler” neler olduğunu tartışmaya gerek yok burada.
Uçum’un demogojik yoldan üstünü kapattığı konu Kürtlerin ulusal talepleri, kendi kaderini tayin hakkı, Kürtçenin eğitim dili olması talebi vb. talepleridir. Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan olumsuzluklar ve Kürtlerin inkarının da AKP döneminde sona erdi: “Erdoğan’ın yönetimlerinde Kürtler; kimliklerinin tanınması, anadilleri önündeki yasakların kaldırılması, akademik ve kültürel haklar, bölgesel kalkınma, ekonomik refah ve sosyal adalet imkânlarına kavuştu.” Yani Uçum’a göre Kürt sorunu yoktur.
Bir kere Kürt sorunu olmadığını kabul ettiğiniz de geriye kalan “çözüm” oldukça kolaydır. Hiçbir şey yapmamak! Uçum’un çözüm önerileri hiçbir şey yapmamak:
Anayasa’daki Türklük tanımının sürdürülmesi, Türkçe dışında eğitim dili olmaması yani “tek dil, tek kimlik” inkar siyasetinin devamı. Merkezi otoriter sistemin devamına helal getirmeyecek şekilde “yerel meclisleri yerel bütçe taslakları ve denetim konusunda güçlendirecek; merkezin yerel icrada sorumluluğunu artıracak bir yerel yönetimler.”
Uçum’un “devrimci dönüşüm dönemi” dediği “geçiş süreci”nin akabinde gelecek “çözüm süreci” de bunlardan ibaret!
Peki geriye ne kalıyor, “dış Kürt sorunu” vardır. Emperyalistlerin bir projesi olarak Kürtlerin “bölgede sürekli bir huzursuzluk faktörü, kullanışlı bir aparat, bir terör ordusundan ibaret” maşa olarak kullanıldıkları ve kullanılacakları bir emperyalist proje!
Burada Uçum’un ve sözcülüğünü yaptığı Saray’ın uykularını kaçıranın ne olduğunu, neden yıllarca mutlak tecrit altında tuttukları Öcalan ile görüşmek, faşist Bahçeli’nin Öcalan’ın “umut hakkı”ndan bahsetmek zorunda kaldıklarını anlıyoruz:,
Suriye’de ABD-Rusya arasındaki gerilimin yarattığı alanda şimdiye kadar yürüttükleri inkar, işgal ve yok etme politikalarının artık kesinlikle sonuçsuz kaldığının, kalacağının tescillenmesi ve bizzat Öcalan’ın teorik ve politik önderliğini kabul etmiş PYD’nin Rojava’da elde ettiği statünün resmileşmesinin bölgesel bir sorun olan Kürt ulusunun statüsü sorununun çözümü için yaratacağı olanaklar.
Uçum, Kürt ulusu için ortaya çıkan bu olanağa “emperyalist proje” diyor, “dış Kürt sorunu” diyor. Kürt sorunu yoktur, Kürtlerin statü hakkı yoktur demenin de ötesine geçerek “geçiş süreci”nin ancak Kürtlerin, Suriye’de İslamcı terörist, cellat HTŞ lideri Colani’nin desteklenmesini de şart koşuyor. “Şam’a tavır alanlar” da yeni “düşman” tanımına dahil ediliyor. Bu açıkça Suriye’de Kürtlerin Rojava’nın federasyon talebinin, hatta Alevilerin ve Durzilerin de federasyon talebinde bulunmasının Türkiye’nin “beka sorunu” olarak kodladıklarını gösteriyor. Bunlar Uçum’un yazısının başında “Devlet aklı”, “Devlet siyaseti” diye yansıttığı “geçiş süreci”nin aslında AKP iktidarının, Erdoğan iktidarının devamına bağlı olduğu gösteriyor ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Yönünü Ankara’ya, Şam’a dönenler kazanacak; kendisine yeni yabancı patronlar arayanlar kaybedecek” tehdidini yeniliyor.
Uçum’un bu tespit ve tehditlerinin Türkiye’nin, Türk halkı başta olmak üzere Türkiye’deki bütün halkların çıkarı ile ilgili olmadığı çok açıktır. Hem Suriye’de hem Türkiye’de federasyon dahil olmak üzere ulusal, etnik, dini ve kültürel farklılıkları tanıyacak, inkar ve imhayı ortadan kaldıracak, yurttaşlık tanımını bir etnik ve dini kimlik üzerinden yapmayacak şekilde halkların eşitliği ve gönüllü birliğini sağlayacak demokratikleşme bütün halkların çıkarıdır. Buna karşı çıkmak ise savaş siyasetinden ve savaş ekonomisinden beslenerek büyüyen AKP ve etrafındaki sermaye grubunun bekası sorunudur.
Uçum, “Türkiye’ye dayatılan ve asıl amacı Türkiye’yi bölmek olan yapay “dış Kürt sorununa” karşı mücadele, Türkiye’nin anti-emperyalist mücadelesindeki en temel konudur” diyerek kimseyi kandıramaz. Kaldı ki, ne Kürtler, ne Durziler, ne de Aleviler terörist cellat Colani’ye razı olurlar. Olmayacaklarını, ABD’nin sömürge valisi Barrack’ın “federasyon yok” açıklamasını reddederek de gösterdiler. Hiçbir halk bir cellada boyun eğmez.Türkiye halkları da Suriye halkları da cellatlara boyun eğmedi, eğmiyor. AKP sözcüleri “içerde terörü bitirdik”, “Kürt sorunu yoktur” yalanını yineleye yineleye kendileri de yalana inanmış olabilir ama yalancının mumu yatsıya kadar yanıyor işte. AKP iktidarı için de yatsı vakti geldi.
AKP’nin una ipe un sererek, yalan ve tehditlerle Saray rejimini sürdürmesinin imkanları tükenmiş durumdadır. Hem içerde hem de bölgede bütün dengeler aleyhine işliyor. Saray’da ya da Şam’da ya da Beyaz Saray’da yapılan planlar halkların cellatlara boyun eğmeyen mücadelesi karşısında bozuluyor, dumura uğruyor. Hiçbir güç örgütlü bir halktan daha güçlü değildir. Soykırım, açlık bile Gazze halkını teslim alamadı, Filistinliler direnmeye devam ediyor. Kitlesel katliamlar ne Alevileri ne de Dürzilere boyun eğdiremedi. Kürtler de ne vekillerinin, belediye başkanlarının tutuklanmalarına, ne kayyumlara ne “pençe kilit operasyonları”na ne SİHA suikastlerine boyun eğdi. Halkların hakları hiçbir silahla, zorbalıkla yok edilemez. Erdoğan’ın da çok sevdiği Napolyon’a atfedilen meşhur bir sözdür: Kılıçla pek çok şey yapabilirsiniz ama üzerine oturamazsınız.
AKP’nin bu süreci krize sokma, kendi bekasını Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşmenin ön şartı haline getirme çabasını boşa düşürmek için gerçekten çözüm ve demokrasi, yurtta ve bölgede barış isteyen güçlerin daha fazla sıkı işbirliği yaparak muhalafet cephesini berkitmek gerekiyor. Demokrasiyi kazanmanın başka yolu yoktur. Bölgedeki bütün sorunların Kürt sorununun çözümüne kilitlendiği bir anda topu taca atmanın, Sarayın ekmeğine yağ sürmek olacağı da açıktır. TBMM’de komisyon muhalefetin işbirliği ile AKP’nin oyunlarını bozmak için işlev görebilir. Meclis dışındaki muhalefet, sendikalar, kadın örgütleri, çevre platformları, gençlik vd. ise Komisyonu muhatap alarak -aslında Saray’ı değil TBMM’yi muhatap alarak- sürecin demokrasi doğrultusunda ilerlemesini sağlayabilir.