
Günay Aslan, Nupel TV’de yayımlanan yazısında Türkiye’nin Rojava’ya yönelik mevcut siyasetinin bölgedeki istikrarsızlığı derinleştirdiğini ve Kürtlerle Türkler arasında süregelen tarihi sorunun yeniden çatışmalı bir evreye sürüklenme riskini taşıdığını belirtiyor. Aslan’a göre, Kürt siyasetinin saldırıların durması beklentisiyle attığı yapıcı adımlara, Rojava’dan yeterli karşılık gelmedi. Ankara ise bu süreçte “SDG silah bıraksın, Şam yönetimine entegre olsun” çizgisini terk etmedi.
Aslan, Türk devletinin ısrarla SDG’yi terör örgütü IŞİD’in halefi Colani’nin başında olduğu HTŞ’nin önünde diz çökmeye zorladığını ve Erdoğan’ın, HTŞ’yi terör listesinden çıkaran ve Colani’yi Riyad’da ağırlayan Trump’tan aldığı cesaretle yeni bir savaşa hazırlandığını öne sürüyor. Son olarak HTŞ’nin kontrolündeki Şam hükümetinin Türkiye’den askeri destek talebi bu hazırlıkların ciddiyetini ortaya koyuyor.
Yazının tamamı şu şekilde:
Maalesef öyle görünüyor…Türkiye’nin Rojava siyasetinde bir değişim olmaz ise bu sürecin de sonuçsuz kalacağı, beklenti içinde olanları hayal kırıklığına uğratacağı ve Türkiye’nin katı Rojava karşıtı tutumu nedeniyle bozulacağı anlaşılıyor.
Kürt siyasetinin biraz da Rojava’nın hatırına attığı tarihi adımlara Rojava’da -saldırıların durması dışında- en ufak bir karşılık verilmedi. Aksine ‘’SDG’nin silah bırakması’’ ve Şam’daki HTŞ yönetime ‘entegre olması’ siyasetinde ısrar edildi.
Türk devleti ve Erdoğan rejimi, Kürtleri terör örgütü IŞİD’in Halifesi Bağdadi’nin halefi Colani’nin önünde diz çökmeye zorlamaktan vazgeçmedi, geçmiyor.
Erdoğan, HTŞ’yi ‘terör örgütleri listesinden’ çıkaran, yaptırımları kaldıran ve Colani’yi Riyad’da kucaklayan Trump’tan aldığı cesaretle Suriye’yi yeni bir savaşa sürüklüyor. Bunun hazırlıkları yapılmış, uygun zaman kollanıyor.
Bugün HTŞ’in iktidarda olduğu Şam hükümetinin ‘IŞİD’e ve tüm terör örgütlerine karşı Türkiye’den askeri destek’’ talep etmesi bu anlamda bir dönüm noktasına işaret ediyor.
Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da dün isim vermeden SDG’yi tehdit etmiş, ‘’Suriye’yi bölmeye ve istikrarsızlaştırmaya doğru giderseniz müdahale ederiz’’ demişti.
Fidan açıklamasında ayrıca, ‘’diplomasi yoluyla konuşacağımız çok şey var. Her şey konuşulur. Konuşuluyor’’ ifadelerini de kullanmıştı ama zaten konuşuluyor. Hem de uzunca bir süredir İmralı’da, Kandil’de, Rojava’da, Ankara’da, Şam’da, Amman’da bu konu konuşuluyor fakat konuşmak işe yaramıyor. Türkiye’nin tek taraflı dayatmaları nedeniyle konuşmak sonuç vermiyor. Türkiye Rojava söz konusu olunca Kürtlerden gelen öneri ve talepleri gözü kapalı reddediyor.
Türkiye, Suriye’de Aralık’tan bu yana kendi lehinde seyreden şartlar değişmeden, avantajlar geçerliliğini yitirmeden Kürtlere silah bıraktırmak, sınır kapılarını, su ve enerji kaynaklarını Şam’a kazandırmak, Özerk Yönetim alanlarını epeyce daraltmak, Kürtleri El Cezire’de daraltılmış bir ‘yerel yönetime’ mecbur kılmak istiyor. Aylardır bütün cephelerde bunun için zorluyor. Her yol ve yöntemi bu amacı doğrultusunda deniyor, bıkmıyor, usanmıyor, Rojava’yı kabul etmeye, Rojava ile karşılıklı çıkarlara dayanan bir anlaşmaya yanaşmıyor.
Yanaşmadığı gibi de 10 yıl önce yaptığını tekrar ediyor. 10 yıl önce de Kürtlere ‘Arap Muhalefeti’ adını verdiği cihadistlere katılın, onlarla birlikte hareket edin diyor, bunun için baskı yapıyordu. Ve süreç o dönem asıl bu yüzden çökmüştü. Şimdi de aynı şeyi yapıyor; Şam’a katılın, onun himayesinde yaşayın diyor, başka bir şey demiyor, başka bir yol, bir seçenek bırakmıyor.
Ne yazık ki…
SDG Sözcüsü Ebcer Davut, bugün Suudi Arabistan merkezli Şarkul Avsat’a verdiği özel röportajda silah bırakmayı reddettiklerini açıkladı. Davut, ‘’Suriye’deki gerginliklerin sürmesi, şiddetin tırmanması ve IŞİD tehdidinin artması nedeniyle SDG güçlerinin silahlarını teslim etmesinin imkansız’’ olduğunu vurguladı.
Ancak Şam hükümeti ve arkasındaki Türkiye ve onlara kol kanat geren Trump yönetimi, HTŞ’nin tüm Suriye’de kontrolü ele geçirmesi için bastırıyor. ‘Birleşik Suriye’ adını verdikleri Trump himayeli tasarımda Suriye’nin bütün etnik, dini, mezhebi, kültürel dinamiklerinin kendilerini ifade edebilecekleri, kendi bölgelerinde en azından kendi kaderleri üzerinde söz hakkı elde edebilecekleri bir mekanizmaya yer verilmiyor. Bu üçgende tekçi, katı merkeziyetçi, ‘’tek millet, tek ordu, tek Suriye’’ öngörülüyor ki bu da çatışmayı kaçınılmaz kılıyor.
Öte yandan HTŞ ve Colani’nin Suriye’de azınlıkta olduğu, otoriteyi tesis edemediği ve kendisi dışında herkese karşı izlediği düşmanlık politikası nedeniyle otorite kuramayacağı, istikrarı sağlayamayacağı da biliniyor. HTŞ yönetimi Türkiye, Katar, Trump yönetimi, Suudi desteğine rağmen ayakta kalmakta zorlanıyor. Suriye oldukça kırılgan dengelerin üzerinde seyrediyor ve Türkiye- İsrail rekabetinin Suriye’nin kırılgan dengelerini paramparça etme ihtimali de yüksek görünüyor.
Bütün bunlar olurken Kürtlerin büyük bedeller ödeyerek IŞİD belasından kurtardığı uluslararası toplum, Amerikan müesses nizamı ve Avrupa ülkeleri bu tehlikeli gidişatı; Erdoğan- Barrack- Colani üçgenindeki ahlaksız dayatmayı uzaktan izlemekle yetiniyor!
Evet, kimse Suriye’de bir savaş istemiyor ancak, kimse de Colani yönetiminin ülkeyi yönetmek adına yaptığı katliamları görmek, bunun üzerine gitmek, Kürtlerin, Alevilerin, Dürzilerin haklı talepleri için harekete geçmek de istemiyor. (Fransa dışındaki çoğu ülke sessiz). Uluslararası sistem tarafından sanki Türkiye’ye yeniden ‘bekçilik’ görevi veriliyor. Bunun karşılığında ise ‘tek Suriye’ sunuluyor ve İsrail ile anlaşma talep ediliyor.
İsrail ise kendi güvenliğini temel alan bölgesel bir dizayn için gözünü karartmış, kulaklarını da dünyadan yükselen tepkilere kapatmış durumda. İsrail ne pahasına olursa olsun amacına ulaşmak istiyor ve bunun için Türkiye ile karşı karşıya gelmekten de çekinmiyor. Bu çekişmenin nasıl sonuçlacağını kestirmek zor ancak filler tepişirken çimenlerin ezilmesi de olası görünüyor.
İsrail ile Türkiye’yi uzlaştırmaya çalışan, bunun için Netanyahu’ya ‘makul olmasını’ salık veren; HTŞ’nin Alevilere ve Dürzilere yaptığı katliamları görmezden gelen Trump, Türkiye’yi yanında tutmak hesabıyla Erdoğan’ın Rojava ile ilgili planlarına göz yumabilir. Bir kriz anında kenara çekilebilir ki Trump’ın şaibeli elçisi Barrack, bunu açıkça söylüyor zaten. Barrack, ‘’Sonsuza kadar size dadılık yapamayız. Anlaşmazsanız Türk ve Şam hükümeti ile başbaşa kalırsınız’’ diyerek Kürtleri tehdit etme cesaretini gösterebiliyor.
Erdoğan rejimiyle koordineli bir şekilde ‘tek millet, tek ordu, tek hükümet, tek Suriye’ siyaseti izleyen ve HTŞ lehine faaliyet yürüten Barrack, her ne kadar Ürdün’de SDG Komutanı Mazlum Kobani ile yapılan son görüşmede tavrını ve üslubunu bir parça yumuşatmış olsa da (İsrail etkisiyle olabilir) tutumundan vazgeçmiyor.
Yeri gelmişken; Mazlum Kobani’nin Paris’e gideceği; orada Barrack ve Macron ile görüşeceği haberleri gerçeği yansıtmıyor.
Kobani Rojava’da görevinin başında ve durum çok ciddi görünüyor. Rojava yapılan görüşmelerin ışığında, ciddi sıkıntıların ve tıkanmanın yaşandığı bu günlerde silahsız, çatışmasız, savaşsız bir çözüm arıyor. Zira Rojava da Kandil gibi artık savaş istemiyor; sorunları diyalogla, barışçıl ve siyasal yöntemlerle çözmek, karşılıklı uzlaşma ekseninde kazanımlarını korumak istiyor.
Rojava sadece kendisi için değil Suriye’nin bütün dinamikleri için, onların da haklı ve meşru talepleri etrafında bir müzakere yürütüyor. SDG ve Özerk Yönetim, Kürtlerin, Alevilerin, Dürzilerin Arapların vd. bir arada yaşayacağı, kapsayıcı, demokratik yeni bir Suriye talep ediyor.
Ne var ki Ankara gibi Şam yönetimi de katılımcı demokrasiye ve özyönetime kapalı görünüyor. Bu talepleri reddediyor. Bu yüzden bir türlü ilerleme sağlanamıyor. Şam yönetimi 10 Mart anlaşmasını da kendine göre yorumluyor ve yeni bir anlaşma yapmaya yanaşmıyor.
Kısacası; ne yazık ki kamuoyuna pompalanan ‘iyimser’ beklentilerin aksine, arka planda ‘kötümser’ gelişmeler yaşanıyor. Umarım ve dilerim herkese; Kürtlere de Türklere de çok şey kaybettirecek olan çatışmalı süreç yeniden başlamaz. Buna fırsat verilmez.
Umarım ve dilerim sağduyu, basiret ve feraset galip gelir de Kürtlerle Türkler arasındaki 200 yıllık sorun kalıcı bir biçimde çözülür ve bir felaketin yaşanması bu sayede önlenir…
Yoksa bu gidiş gidiş değil…
HABER MERKEZİ