
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) il eşbaşkanları, parti genel merkezinde toplandı. Eş Genel Başkanlar Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan başkanlığında yapılan toplantı öncesi Tülay Hatimoğulları güncel gelişmelere dair konuştu.
ÇALIŞMALAR TOPLANTIDA SUNULACAK
Toplantıda Türkiye, bölge ve dünyadaki siyasal gelişmeleri değerlendireceklerini belirten Tülay Hatimoğulları, “Elbette ki Sayın Öcalan’ın gerçekleştirmiş olduğu ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın toplumsal yansımaları, yapılan çalışmalar ve daha fazla ne yapabiliriz bugün hep beraber arkadaşlarımızla değerlendireceğiz. İl eşbaşkanlarımız sahadan geliyor, çalışmalardan geliyor. Bugün verecekleri raporlar, yapacakları sunumlar çok değerli ve kıymetli olacak. Barışı toplumsallaştırmak bakımından yerelde yürütülen faaliyetlerin öneminin büyük olduğunu biliyoruz. Bu bakımdan verimli bir toplantı geçmesini de diliyorum” diye belirtti.
6-7 EYLÜL OLAYLARI
İstanbul’da yaşayan Rumlara karşı 6-7 Eylül 1955 tarihinde gerçekleşen organize toplu saldırılarının yıldönümü olduğunu hatırlatan Tülay Hatimoğulları, “pogrom” olarak nitelendirdiği katliamın tarihin karanlık sayfalarında yerini aldığını söyledi. 6-7 Eylül katliamında yaşamını yitirenleri anan Tülay Hatimoğulları, “Ümit ediyoruz ki bir daha benzer katliamlar, benzer şiddet olaylarının yaşanmamasıdır. DEM Parti olarak ‘halkların eşit kardeşliği’ şiarını benimsiyorsak bilelim ki tarihte yaşanmış ve tarihin kara sayfalarında yer almış olan bu karanlık olayların bir daha zuhur etmemesi için mücadele yürütüyoruz. Bir kez daha diyoruz ki 6-7 Eylül Pogromu’nda yaşanmış olan bütün olaylarla yüzleşme, orada mağduriyet yaşamış; malına, mülküne el konulmuş olan bütün kesimlerle ciddi anlamda onlara bir hesap vermek ve bir özür dilemenin gerçekleşmesi gerekiyor” ifadelerini kullandı.
60 BİNİ AŞKIN FİLİSTİNLİ KATLEDİLDİ
İsrail’in, Gazze’ye dönük devam eden saldırılarına değinen Tülay Hatimoğulları, tarihin tekerrür ettiğine vurgu yaparak, ekledi: “Coğrafyamızda savaş, çatışmalar, şiddet hala olanca hızıyla devam ediyor. Gazze’de özellikle başlayan İsrail işgali ile birlikte iki yılı aşkın süredir devam eden işgalde resmi rakamları göre 60 bini aşkın insan katledildi. Bununla da yetinilmedi. Bölge kan gölüne çevrildi. Şimdi de Filistin’i tamamen haritadan silmek için Gazze’de daha büyük ve ciddi bir operasyon başlamış durumda. Gazze insanlığın sıfır noktası ve bütün dünya izliyor ne yazık ki. Buradan çağrımızı bir kez daha yapıyoruz; Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere Arap Birliği, Arap Ligi, İslam İşbirliği Teşkilatı ciddi bir biçimde bu konuyu ele almalı ve İsrail’i mutlaka ama mutlaka durdurmalı. Yardımlar insanların mezarlığına dönüşmemeli. Havadan atılan yardımlar zaten yerde dağılıyor. İnsanlar makarnayı elleriyle topluyor ve ayrıca da bazı insanlar o uçaktan atılan yardım paketlerinin altında kalarak yaşamını kaybetti. Böyle bir yardım insanlığın utancıdır. Böyle bir yardım olmaz ve bir an önce başta Refah Sınır Kapısı olmak üzere açılmalı ve insani yardım koridorlu güçlü bir biçimde sahiplenilmeli. Oraya insani yardım acilen ulaştırılmalıdır.”
BARIŞ VE DEMOKRATİK TOPLUM ÇAĞRISI
Savaş ve çatışmaların sadece Gazze ile sınırlı kalmadığına işaret eden Tülay Hatimoğulları, “Lübnan’a, Yemen’e, Irak’a, İran’a yayılan ve aslında Türkiye’nin de etkilenme olasılıklarının yüksek olduğu bir dönemden geçiyoruz. Türkiye’de iç barışın tahkim edilmesi bu uluslararası tablo içinde bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Sayın Abdullah Öcalan’ın yapmış olduğu ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’, Ortadoğu’nun ve batıya kadar yansımış olan savaşların Rusya-Ukrayna savaşı bütün bu tablo içerisinde adeta bölgede parlayan bir meşale olmuştur. İşte bizler barışa bu anlamıyla daha güçlü sahip çıkmak zorundayız. Bu çağrının tarihsel anlamını bölgedeki siyasal toplumsal gelişmelere, iktisadi gelişmelere, emperyalist güçlerin bölgeyi yeniden dizayn etme adımlarına baktığımızda ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görüyoruz” diye belirtti.
TÜRKİYE’DE BARIŞ SURİYE’DE SAVAŞ OLMAZ
Tülay Hatimoğulları, konuşmasına şöyle devam etti: “Ateş ateşi büyütüyor. Bu ateşin Türkiye’ye sıçramaması için gerçek bir barışın tesis edilmesi gerekiyor. Özellikle Türkiye’de izlenen siyaset için şunu çok açık ifade etmek isteriz ki Türkiye’de ‘iç barış’ deyip, Rojava’yı tehdit etmek ve oraya dönük tehditler savurmak birbiriyle uyuşmayan yaklaşımlardır. Bugün Türkiye’de Kürtlerle barışırken aynı zamanda Suriye, Irak, İran’daki Kürt ile de barışmalıyız. Burada barışı ve demokrasiyi tesis edeceksek aynı şeyi 914 kilometrelik sınıra sahip olduğumuz Suriye ile de yapmak zorundayız. Türkiye eğer gerçekten bir güvenlik koridoru oluşturmak istiyorsa güvenlik koridorunun barıştan geçtiğini hiçbir zaman unutmamak lazım. Güvenlik savaşla, silahla, mermiyle, tankla, topla sağlanmaz. Güvenlik her halkın hakkını ona vermekle sağlanır. Eşit yurttaşlığın tesis edilmesi ile sağlanır. Demokrasinin kabul edilmesi ve tesis edilmesi ile sağlanır.
Demokratik bir Suriye’yi oluşturmanın Kürtlerin, Alevilerin ve Dürzilerin haklarının verilmesi anlamı taşıyor. Aslında güvenli bir sınıra kavuşmamız demektir. Türkiye’nin durması gereken nokta tam da budur. O nedenle son zamanlarda hükümet temsilcileri tarafından Rojava’ya dönük tehditkâr açıklamaları kabul etmediğimizin altını bir kez daha çizmek istiyoruz. Diyorlar ki orada Kürtler Şam yönetimine olmuyorlar. Bunlar doğru yaklaşımlar değil. Bakın orada evet bir anlaşma oldu ama bu anlaşmanın akabinde binlerce Alevi katledildi. O anlaşmanın akabinde binlerce Dürzi katledildi, göç ettirildi, yerinden, yurdundan edildi. Alevi kadınlar tıpkı IŞİD’in Ezîdî kadınları kaçırdığı gibi köle pazarında alıp sattılar. Tecavüz ettiler, taciz ettiler, kadınları katlettiler. Bu tablo böyle ortada duruyorken insanlara teslimiyet çağrısının yapılmasını hiçbir toplum, hiçbir halk kabul etmez. Orada yapılması gereken en önemli şey kesinlikle bütün farklı halkların ve inançların, kendilerini o yönetimde hissettikleri, Suriye’de eşit yurttaş hissettikleri, demokratik bir Suriye’nin inşasından geçer ve Türkiye’ye önerimiz de bu siyaseti geliştirmesidir. Türkiye’nin Suriye’ye yapacağı en büyük iyilik sadece orada barışı ve demokrasiyi desteklemek olur.
KOMİSYON ANA KONULARA ODAKLANMIYOR
Hatırlatmak isterim; ‘Kürt meselesi özel cerrahi müdahaleyi gerektiren son derece kangren bir meseledir. Bu meseleye kılıçla müdahale edilemez. Kılıçla müdahale edilirse bu yara daha da derinleşir. O yüzden burada usta cerrah eline ihtiyaç var. Usta siyasetçi ellere, barış diline, demokrasi diline ihtiyaç var. Buradan bu şekilde hareket edilirse bir çözüme sahip olunabileceğini düşünüyoruz. Türkiye’de, Suriye’de ve bölgede barış Türkiye’nin temel şartı olmalıdır ve temel stratejisi olmalıdır. Sayın Öcalan’ın çağrısı, Kürtlerin, Arapların, Türklerin, Ezidilerin, Ermenilerin, Hristiyanların, Alevilerin, Sünnilerin ve daha birçok kesimin ortak kurtuluşunu hedefliyor. Bu, bölgenin yangın çemberinden çıkış formülüdür. Ne yazık ki Öcalan ve PKK’nin attığı somut adımlara karşın iktidar ve devlet henüz somut bir adım atmadı. Atılan en önemli adım komisyonun kurulması, ancak komisyon ana konularına yeterince odaklanamıyor” .
Komisyon, toplumsal mutabakatı güçlendirmeli ve özel bir yasayla demokratik entegrasyon ve özgürlük yasalarını parlamentonun gündemine taşımalıdır. 1 Ekim’de başlayacak yeni yasama döneminde bu konulara dair taslak çalışması olmaması, oyalama politikalarının göstergesidir. Komisyonun en acil konularından biri de ‘umut hakkı’dır. Sayın Öcalan’ın özgür yaşama ve çalışma koşullarının acilen oluşturulması gerekiyor. Öcalan, sürecin başarısı için aktif rol üstlenmek istiyor. Komisyonun İmralı’ya giderek Öcalan’la görüşmesi hayati önem taşıyor. Komisyon cesur olmalı, ezberleri bozmalı, ön açıcı adımlar atmalıdır.
SÜREÇ TÜM KESİMLERLE GÜÇLENİR
Halk barış sürecini gönülden destekliyor ancak güvenin oluşması için devletin somut adımlar atması gerekiyor. Kayyım atamaları, kayyım yasasının yürürlükte olması, belediye eşbaşkanlarının görevden alınması, hasta mahpusların hapishanelerde tutulması ve infaz yakmalarının devam etmesi, sürece olan güveni zedeliyor. Toplumun barış talebi güçlüdür. 86 milyon yurttaş barış istiyor ancak iktidarın muhalefete yönelik baskıları bu inancı zedeliyor. CHP’ye yönelik operasyonlar, gözaltılar, kongre iptalleri ve olası kayyım atamaları antidemokratiktir. Barış süreci, muhalefete baskılarla değil, tüm kesimleri ikna ederek güçlenir. Türkiye, tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşıyor. 50 milyona yakın insan açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Ev kirası ödenemiyor. Barış ve demokratikleşme süreci, işçinin, emekçinin, yoksulun, esnafın, çiftçinin, emeklinin ve KHK’lilerin haklarını da kapsamalıdır. DEM Parti olarak bu süreci örgütlerken, sadece mesajlarla değil, örgütlü duruşumuzla herkesin yanındayız. ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’, yeni bir mücadele döneminin başlangıcıdır. Demokrasi mücadelesini büyütmek, Türkiye’nin ihtiyacıdır. Bu nedenle tüm kesimlerin sürece sahip çıkması gerekiyor.”
Konuşmanın ardından toplantı basına kapalı devam etti.
MA