
■ Politika’dan Yorum
KCK’nin ve feshedilen PKK’nin üst düzey sorumlularının da dahil olduğu 30 gerillanın katılımıyla, 11 Temmuz 2025’te Süleymaniye’de tarihi Casena Mağarası önünde düzenlenen silahları ateşe verme töreni, geçtiğimiz yılın Ekim ayında kamuoyuna açık edilen süreçte birçok bakımdan yeni ve ileri bir adım oldu. Buna bağlı olarak da çok boyutlu olarak tartışıldı ve tarihi bir an olarak kayıtlara geçti.
Sürecin başından itibaren devlet tarafının sürekli mazeret çıkaran, Kürt sorunu gibi yüz yıllık ve Türkiye sınırlarını çoktan aşan, bölgesel bir sorunun çözümü konusunda kapsamlı bir çözüm planından yoksun olduğunu gösteren tutumlarına karşın, Kürt Özgürlük Hareketi, lideri Abdullah Öcalan’ın PKK’yi fesih ve silahları bırakma çağrısından sonra bir adım daha atarak, silahları ateşe verdi. Ortadoğu halklarının belleğinde ateş, yeniden doğuştur. KÖH de silahları ateşe vererek, onursuz barış dayatmalarına asla teslim olmayacaklarını bir kez daha gösterirken demokrasi ve demokratik mücadele konusunda adımlarının da sonuna kadar sahiplendiklerini de ortaya koydular.
Casena Mağarası önünde gerçekleştirilen tarihi merasim töreninde KCK Eşbaşkanı tarafından okunan açıklama metninde de açıkça belirtildiği gibi, Barış ve Demokratik Toplum sürecinin ilerlemesi sadece Devlet ile PKK (onun adına A. Öcalan) arasındaki müzakerelere bağlı değildir. Başta demokratik, sol, sosyalist parti ve örgütlerin Kürt halkı adına atılan bu adımın doğru anlaşılması ve desteklenmesine de bağlıdır. Çağrıda özellikle (okunan metinde iki defa bu çağrıya yer verilmiştir) bu konuya vurgu yapılması önemlidir.
Çünkü gelinen aşamaya rağmen demokrat, sol, sosyalist muhalefet, Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı güvensizlik temelinde yaklaşmaya devam etmektedir. 12 Temmuz günü Saray iktidarının başı AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, sürece AKP-MHP ve DEM Parti olarak devam edeceğiz açıklaması üzerine koparılan fırtına bunun göstergesidir. Hem iktidar hem de DEM Parti tarafından yapılan Erdoğan’ın sözlerinin sürdürülen süreçle ilgili bir ilişkiyi tarif ettiğine dair açıklamalara rağmen başta K. Okuyan’ın başını çektiği sahte “TKP” olmak üzere, ulusalcı, liberal, sosyalist birçok çevre DEM Parti’nin Cumhur İttifakına dahil olduğunu farzederek açıklamalar yapmış, medyada tam bir dezenformasyon ve karalama kampanyası yürütülmüştür. Türk sol, sosyalist çevrelerdeki, Kürtlerin silahlı çatışmayı bitirme, Kürt sorunun barışçıl, demokratik ortamda çözülmesine dair her hamlesini “Kürtler muhalefeti sattı”, “Kürtler AKP ile anlaştı” teraneleriyle karşılanması, çok planlı bir psikolojik harp olduğu nettir. Sanki yıllardır –üstelik hemen hepsinde CHP’nin açık desteği ile- iktidar tarafından sürdürülen siyasi soykırım saldırılarının muhatabı HDP-DEM Parti değilmiş de, CHP ve ulusalcı, Ergenekoncu ekiplermiş gibi faveran eden bu tayfaların planı bir kez daha açığa çıkmıştır.
İktidarın tutarsızlıklarını, faşist karakterini gerekçe göstererek KÖH’nin “Barış ve Demokratik Toplum” hamlesini AKP’ye destek olarak yorumlanması, çok açık şekilde bu ülkede savaşın sürmesini isteyenlerdir. Başta Sözcü gibi borazanlarının da yaptığı gibi, Kürt sorununu inkar ve yok etme siyasetini savunanların cephesinde sahte TKP ve türevleri de yer almaktadır. Bu ekiplerin hiç birinin hiçbir zaman Kürt sorunun varlığını kabul etme ve bu sorunun demokratik şekilde çözülmesine dair en ufak bir çabası olmamıştır. Şimdi de AKP-MHP’nin faşist ve dinci ideolojileri, tutarsızlıkları üzerinden esas olarak Kürt demokratik hareketine karşı cepheyi örmeyi görev olarak bellemişlerdir.
KÖH tarafından önerilen Barış ve Demokratik Toplum programının Cumhuriyet’in doğuş süreci olan 1919-1921 dönemindeki kodlarına geri dönmesini ifade eden, 1921 Anayasası, Lozan Anlaşması’nın ve 1924 Anayasası’nın da Ulusal Kurtuluş Savaşı sürecinde Mustafa Kemal ile Kürtler, Aleviler arasında kurulan ittifak siyasetinin rafa kaldırılarak Kürt varlığının inkarına dayandığı tezi, Cumhuriyet’in inkarını değil, bugün Cumhuriyet’in demokratikleştirilmesinin, bu inkarın aşılarak yeniden kuruluşunun gerçekleşmesini ifade etmektedir. Dolayısıyla AKP ve MHP’nin ideolojik ve politik niyetlerine bakılarak değil, KÖH’nin açıkladığı hedeflere, dünden bugüne siyasal arenada tuttuğu tutarlı demokratik hatta, pratiğe bakarak bu tartışma yürütülmelidir. Çünkü bu tartışmanın bir kökü de Ulusal Kurtuluş Savaşı sürecinde Mustafa Suphi liderliğindeki Türkiye Komünist Partisi’nin başını çektiği Demokratik Cumhuriyet programı ile birleşmektedir.
AKP ve MHP’nin faşist ve dinci ideolojik politik karakterleri üzerinden KÖH’nin de Cumhur İttifakı’nın üyesi olarak lanse ederek sürdürülen kampanyanın sürece karşı devlet içindeki savaştan beslenen ekiplerle bağlantılı olduğunu görmezlikten gelmemek gerekir. Bir taraftan İmralı ile MİT üzerinden Ankara arasındaki görüşmeler sürerken, ilk kez CHP’nin de açıkça Kürt sorunun çözümü konusunda rol üstlendiğini açıklamasına rağmen, hala gerilla bölgelerine askeri operasyonların sürmesi devlet içinde de bir kanadın sürece direndiğini göstermektedir. Bu güçlerin faaliyetlerinin önümüzdeki dönemde daha da artacağını tahmin etmek işten bile değildir.
Buna karşı durmak elbette tutarlı demokratların, sosyalistlerin ve komünistlerin başlıca görevidir. Barış ve Demokratik Toplum sürecinin, faşizmin geriletilmesi ve Cumhuriyet’in demokratikleştirilmesi bakımından devrimci bir yeniden yapılanma çağrısı olduğu bizce açık ve nettir. Sürecin başarısı, devrim ve sosyalizm mücadelesine de büyük olanaklar sağlayacağı bugünden bellidir. Bu nedenle her yerde barış ve demokratik toplum güçler le birlikte güçlü bir taban hareketinin yaratılması elzem görevdir. Bu konuda dayanağımız yıllardır sürdürdüğümüz birleşik mücadele yoldaşlığına güvendir. Bu görevin başarılması sosyalist, komünist hareketimiz için de bir yeniden doğuş olacaktır.