Dünyada militarist yükselişin yanı sıra, ciddi bir sağcılaşma ve otoriterleşme dalgası yaşanıyor. Hızla otoriterliğe kaymakta olan ülkelerin başında Donald Trump’ın ABD’si geliyor ve onu İtalya ve Avusturya gibi ülkeler izliyor. Hatta sosyal demokrat İsveç’te bile tamamen anti-demokratik güçler ivme kazanmış durumda.
Bu anti- demokratik güçler; Rusya, Polonya ve Macaristan gibi bazı önde gelen eski sosyalist ülkelerde yükselişte ve Türkiye, Filipinler, Brezilya ve Hindistan gibi birçok önemli orta gelirli ve azgelişmiş ülkenin siyasal sistemlerini ele geçirmeye başladı.
TÜRKİYE’NİN “İNSAN HAKLARI”, “ADALET”, “DEMOKRASİ” VE “BARIŞ” KARNESİ ZAYIFLARLA DOLU!
Bu gelişmeleri doğrular biçimde, Türkiye’nin öncelikle insan hakları karnesi çok kötü ve giderek daha da kötüleşiyor. Temel insan haklarına erişim artık neredeyse imkânsız bir hale gelmiş durumda.
İkinci olarak, Türkiye adaletin önemli bir göstergesi olan ‘Hukukun Üstünlüğü’nde diplerde yer alıyor. Öyle ki ‘Dünya Adalet Projesi’ tarafından yayımlanan 2025 yılı Hukukun Üstünlüğü Endeksi’ne göre; Türkiye 10 yıl öncesine kıyasla 38, geçen yıla kıyasla ise 1 sıra gerileyerek 143 ülke arasında 118. sıraya düştü. Türkiye, yürütmenin yetkilerinin sınırlandırılmasında 136. sırada, temel haklarda 134. sırada ve adalet konusunda 127. sırada yer alıyor. (1)
İŞÇİ HAKLARINDA “HUKUKSUZLUĞUN ÜSTÜNLÜĞÜ”
Bu veriler, Türkiye’de ‘hukukun üstünlüğü’ ilkesinin yerini hukuksuzluğun üstünlüğü mekanizmasına bıraktığını, örneğin sendikal örgütlenme özgürlüğünün kâğıt üzerinde kaldığını gösteriyor. Temel haklar kategorisindeki gerileme, yalnızca sendikal mücadeleyi bastırmakla kalmadı, işçilerin yurttaşlık statülerini de zedelemeye hizmet ediyor. Hukuk ise emeği korumanın değil, susturmanın bir aracı haline geldi.Üçüncü olarak, ITUC tarafından her yıl güncellenen ‘Küresel Haklar Endeksi’nde Türkiye’nin işçi hakları bakımından en kötü 10 ülkeden biri olması sürpriz değil. Özellikle de sendikal örgütlenme özgürlüğü, grev hakkı ve bu hakkın kullanımı ve toplu iş sözleşmesi hakkı konularında çok büyük bir tahribat ve gerileme söz konusu.
Özel sektörde sendikalaşma oranı yüzde 7 civarında. Grev hakkı olsa da Cumhurbaşkanlığı kararlarıyla grevler ertelenebiliyor. Kamu emekçilerinin ise grev hakları yok. Özel sektörde toplu iş sözleşmesinin kapsamı sadece yüzde 15. Kamu sektöründe ise ‘Kamu Çerçeve Protokolü’ toplu sözleşme hakkını sendikalardan ve işçilerden alarak konfederasyonlara, işveren örgütlerine ve hükümete devretti.
Son olarak, 2025 ‘Dünya Barış Endeksi’nde Türkiye’nin 36 Avrupa ülkesi arasında sonuncu, 163 dünya ülkesi arasında 146’nci sırada yer alması, ülkenin barıştan ne kadar uzaklaştığının bir göstergesi. (2)
“DEMOKRATİK KAMU MALİYESİ”: “KITLIK DEĞİL, KAPASİTE; SINIR DEĞİL, KOLEKTİF POTANSİYEL”
İşte bu nedenlerden dolayı, ülkenin demokratikleşmesi kamu maliyesinin ve devlet bütçesinin demokratikleşmesiyle birlikte yürümek zorunda.
Bu çerçevede ‘Demokratik Kamu Maliyesi’ (DKM), siyaseti kıt kaynaklar için yapılan katı ve sömürücü bir rekabet olarak değil, ekolojik sınırlar içinde bol insan ve maddi kaynaklarımızı koordine etme süreci olarak yeniden tanımlar.
Bu, kamu maliyesinin neo-liberal kamu maliyesi anlayışından kurtarılması demek çünkü neo-liberal kamu maliyesinin bir tür daraltıcı işlevi var ve her şey egemenlerin kararına bağlı halde. Oysa demokratik kamu maliyesi bize çok daha geniş bir yol ve çok daha fazla seçenek ve olasılık sunar.
Ayrıca neo- liberalizm, bütçe politikasını anti-döngüsel (anti kriz) değil, döngü teşvik edici olarak kullanır. Ekonomi yavaşladığında vergiler de azalır. Kamu harcaması düzeyini koruyabilmek için hükümet ne kapitalist sınıfı vergilendirir ne de mali açığı genişletir. Tersine yerelleşmeye zarar verecek bir biçimde yerel yönetimlerin boğazını sıkar ve özelleştirmeleri hızlandırır. Bu da ülkenin yabancı ve yerli sermaye tarafından yağmalanmasına neden olur. (3)
“NEO-LİBERAL KAMU MALİYESİ” (NKM)
NKM, örnek olarak, “paranın her zaman özel, kontrol edilemez ve kıt olduğu fikrini ileri sürerek demokratik olanakları kısıtlar: para kıtsa konut ve istihdam imkânı da kıtlaşır. NKM hem yasa hem de toplumsal yaşamı çerçeveleme biçimi olarak, doğal ve neredeyse tartışılmaz olarak kabul edilir. Politikacıları ve halkı, mali sabotajı tartışılmayacak ve yönetilmesi gereken kişisel olmayan bir olay olarak ele almaya alıştırarak, neo- liberal boyun eğme alışkanlığını destekler”. (4)
Buna karşılık Demokratik Kamu Maliyesi, paranın sınırsız bir kamu malı olduğunu ve insanlara ve çevreye hizmet etmek için her zaman yeniden düzenlenebileceğini savunur. Öyle ki para, toplumların kapasitelerini harekete geçirip geleceklerini yaratmak için kamusal bir süreci içeren, tükenmez bir kaynaktır. Örneğin kamu bankaları konutları yenilemek için sıfır faizli kredi verebilir ya da kredi ihracı yoluyla istihdam garantisi programlarını finanse edebilir.
Özetle, neo-liberal kamu finansmanına alternatif olarak gündeme getirilen demokratik kamu finansmanı şu alanlara odaklanır: “Borçlanma ve vergilendirmenin yeniden çerçevelendirilmesi; “insanların farklı şekillerde harekete geçirilmesi için kamu sektörünün büyütülmesi; “kamu bankacılığının genişletilmesi ve yeni bir ödeme altyapısının oluşturulması”; “yerel yönetimlerde neo-liberal finansman biçimine kamucu alternatiflerin geliştirilmesi”. (5)
MALİ DİRENİŞ
Bu bağlamda özellikle de yerel yönetimlerde mali bir direnişi geliştirmek gerekir. Bu direniş bir izolasyon değildir. Yerelciliğe çekilmekle veya yereli ulusal ekonomiden koparmakla ilgili de değildir. Merkezden sabotaj yapıldığında bile demokratik yaşamın işleyişini sürdüren koruyucu kredi devreleri oluşturmakla ilgilidir. Sermaye sınıfının ve/veya otoriter iktidarların hayatta kalma koşullarımızı bize dikte etmesine izin vermemek demektir.” (6)
“ÜÇ İŞLEV”
‘Demokratik Kamu Maliyesi Yaklaşımı’ altında bütçe/maliye politikalarının üç işlevinden sırasıyla; “yeniden bölüşüm işlevine” uygun olarak, vergiler mükelleflerinin gerçek anlamda ödeme gücüne göre alınmalıdır. Vergi sistemi yeterli kaynağı sosyal ihtiyaçlar için harekete geçirirken, yoksulluğu ve eşitsizlikleri azaltmaya yardımcı olmalı, kamu harcamaları herkes için gerekli olan ‘yaşamın temel ekonomisini’ ve bunun araçlarını sunmalıdır.
“Tahsis işlevi” açısından kamu kaynaklarının nereye tahsis edileceği konusunda insan ve doğa haklarının garanti edilmesi belirleyici olmalıdır.
“İstikrar sağlama işlevi” ile ilgili olaraksa bütçe/maliye politikası, insan ve doğa üzerinde olumsuz etki yaratan iktisadi döngüleri yumuşatabilmeli ve iktisadi krizleri önleyebilmelidir.
İnsan ve doğa hakları perspektifinden, istikrar işlevi aynı zamanda toplumsal istikrar ve barışın sağlanması olarak da görülmelidir. Devletler doğayı gözeten yeşil yatırımlar ve eğitim ve sağlık alt yapısını güçlendiren yatırımlarla istihdam yaratmalı, güçlü sosyal koruma programlarını fonlayarak insanları iktisadi krizlere ve diğer ekonomik sıkıntılara karşı korumalıdır.
İNSAN HAKLARINI VE DOĞA HAKLARINI KORUYAN BÜTÇE POLİTİKALARI GEREKİYOR!
Son olarak, bütçe/maliye politikaları yalnızca insanları değil, eş anlı olarak doğa haklarını da koruyucu ve geliştirici olmalıdır. Bu bağlamda, öncelikle, kolektif finansman ve maliye politikaları ile insan ve doğa hakları arasında sağlam bir bağ kurmak gereklidir.
Hem kamu parası hem kredi/finans hem de de vergileri içeren mali sistemler ve politikalar tasarlanırken, uygulanırken, izlenirken ve değerlendirilirken bir çatı olarak temel insan hakları ilkeleri ve doğanın korunması esas alınmalıdır. Yani para, finans ve vergi sistemleri temel insan haklarının gerekliliklerine göre yeniden tasarlanmalı ve uygulanmalıdır.
Bu sistemler ve politikalar böyle hakların hayata geçirilebilmesi amacının birer aracı olarak kurgulanmalı, uluslararası insan hakları beyannamesinin ilke ve yükümlülüklerine tabi tutulmalıdır.
Devlet bütçeleri de temel hak ve özgürlüklerin önlenmesi ya da sınırlandırılması için değil, bunların hayata geçirilmesi ve daha da genişletilmesi ve güçlendirilmesi için kullanılabilecek araçlar olarak kullanılmalıdır. (7)
Devam edecek…
Dip notlar:⦁ https://worldjusticeproject.org/rule-of-law-index/global (30 Ekim 2025).⦁ https://www.visionofhumanity.org/maps (3 Aralık 2025).⦁ “The perversity of the neo-liberal fiscal regime”, ⦁ https://mronline.org (3 January 2020).⦁ https://mronline.org/2025/11/22/democratic-public-finance (2 Kasım 2025).⦁ Agm.⦁ Agm.⦁ “Human rights and fiscal policy: a necessary link”, https://www.worldeconomicsassociation.org (8 Eylül 2020).