
Ertuğrul Kürkçü, 10 bin karakteri aşkın, iki buçuk köşe yazısı büyüklüğünde uzun ve ayrıntılı bir makaleyi, özgür medyanın önemli bir gazetesi olan Yeni Yaşam Gazetesi’nde kaleme aldı. Konusu TBMM Komisyonu’nun ikinci toplantısında alınan “gizli oturum” kararı.
Yazısının daha ilk paragrafında, “hem nalına, hem mıhına” denen ve pek muteber de olmayan bir yöntemle, bir yandan gizli oturum bağlamında TİP’e, EMEP’e, DEM’e kara çalanları eleştirirken, hemen sonraki cümlede, bu gizli oturumun daha yolun başında MİT, Genel Kurmay, İçişleri parantezine alınmış olduğunu ve bunun da “her şeyden önce toplumun açık demokratik siyaset talebinin gerçekleşmesi beklentileri açısından tam bir hayal kırıklığı kaynağı olduğuna şüphe yok” diyerek, bir cümle önce “kayırdığı” TİP, EMEP ve DEM delegasyonlarını fena halde boşluğu düşürmüş. Nitekim bir iki paragraf sonra, DEM Partili Gülistan Kılıç Koçyiğit’i, polemik amaçlı bir alıntı yaparak, onu TBMM Başkanıyla birlikte “gizliliği” savunan tarafa iliştirivermiş.
Burjuva parlamentolarında “gizli oturumların” devletler tarafından halk düşmanı planlara, çoğu zaman tek bir devlet sırrını ifşa etmeden “parlamentonun onayını” alma amacıyla yapıldığını biliriz. TBMM’de bugüne kadar yapılan bütün gizli oturumların amacı da böyledir. Bu gizli oturumlarda Komünistlere, Kürt yurtseverlerine, laiklik karşıtı denerek dindar muhaliflere karşı MİT planları konuşulmuş ve Meclisin onayı alınmıştır. Yakın zamandaki gizli oturumlar ise devletin ABD’yle birlikte Irak’a karşı savaş planlarını ve PKK’ye karşı “sınır ötesi harekatlarını” TBMM’ye onaylatmak amacıyla yapılmıştır.
İyi de TBMM komisyonunun ikinci oturumunda yapılan gizliliğin amacı nedir? Katılan istihbaratçıların, askerlerin, polislerin başları bu oturumda “Kürt halkına karşı savaş planlarını” katılanlara kabul ettirmek için mi orada hazır bulunmuşlardır? Yoksa, bir yılı aşkındır İmralı’da Abdullah Öcalan’la devlet temsilcileri arasında yapılan “gizli” müzakerelerin sonucunda varılan uzlaşmayı “devletin nasıl anladığını” anlatmak için mi?
Elbette MİT Başkanı, ordu ve polis başları bu gizli oturumda İmralı’da varılan uzlaşmayı, büyük ihtimalle “güvenlikçi” bakış açısından, kendi amaçlarına uygun bir şekilde anlatmış olsalar da, diğerlerini bir yana bırakalım, TİP, EMEP, DEM delegeleri gizli oturumda bunların anlattıklarına “oy vererek” gizli bir “diplomatik ittifaka” mı girmişlerdir?
Kürkçü bu sorunun cevabını, ona özgü sisli ve bir okuyuşta anlaşılması zor üslubunun içinde belirsiz bırakarak, Komisyonun demokratik partileri hakkında bilerek ya da bilmeyerek şüphe yaratmıştır.
Yazısının son bölümünde verdiği örnek ise bu sisler içindeki şüpheyi, dolaylı olarak ağır bir suçlamaya vardırmıştır. Söz konusu örnek, Ekim Devriminin ilk günü Lenin’in Çarlık Rusya’sının Britanya ve Fransa’yla yaptığı Osmanlı topraklarını paylaşma amaçlı gizli anlaşmaları açıklaması, yırtması ve gizli diplomasiye ilkesel olarak karşı olunduğunu ilan etmesidir.
Bu örneğin TBMM Komisyonunda yapılan gizli oturumla uzak yakın bir ilgisi yoktur. Lenin “gizli diplomasiyle yapılan ittifak anlaşmasını” açığa vurmuştur. Kürkçü bu örneği vererek, sanki TBMM komisyonunda “gizli bir ittifak ya da anlaşma yapılmış” izlenimi yarattığının farkında bile değildir.
Kürkçü bu yazıyı, kibirli ve üstten bakıcı üslubu bazı ipuçları verse de, nasıl bir psikolojiyle yazmış olabilir bilemeyiz. Yazısında içinden çıkılması zor laf kalabalığına rağmen, esas olarak DEM Partiyi hedef aldığı ise meydandadır. Nitekim istihbaratçı, asker ve polis başlarıyla Komisyonun, inanmayacaksınız ama “baskına” uğradığını ve DEM’lilerin bu “baskına” ister istemez bir bakıma boyun eğdiğini bile söyleyecek kadar ölçüyü kaçırmıştır. Anlatımına göre, bu “baskınla” devlet, Komisyon bir yana, TBMM’nin de üstünde olduğunu ilan etmiş ve bunu da katılanların tümü hasbelkader kabullenmiş oluyormuş. İleride bu “baskına” karşı koymayanlara “hepiniz oradaydınız” denecekmiş. Kürkçü gelinen noktada devletin defalarca kapattığı, yönetici ve üyelerini hapse attığı ve öldürdüğü DEM Parti’yi meşru bir muhatap olarak kabul etmek zorunda olduğunu nasıl göremiyor?
Ama daha önemlisi Kürkçü, yaklaşık bir yıldan fazla İmralı’da PKK önderi Öcalan’ın “iktidar ya da TBMM’yle değil”, kendisinin de dile getirdiği gibi, “devletle” muhatap olduğunu bilerek mi, bilmeyerek mi unutmuş gibi görünmektedir. Bu da Kürkçü’nün kimi, ne için hedef aldığını anlamayı neredeyse imkansız hale getirmektedir.
Sanıyoruz Ertuğrul Kürkçü, HDP Onursal Başkanı kimliği ile mi siyasi hayatta rol oynayacağını, yoksa Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi lideri kimliği ile mi siyasi hayatta rol oynayacağını netleştirirse, böyle demagojik ve çelişkilerle dolu yazılar yazmak zorunda kalmayacaktır.
Bizim tutumumuza gelince, “barış ve demokratik toplum” sürecini ön koşulsuz destekleme çizgimiz temelinde, DEM Parti’nin Komisyondaki tutumuna ve rolüne büyük bir önem veriyoruz.
TKP legal alanda olmadığı için TBMM komisyonunda yer almıyor. Buna karşılık partimiz Abdullah Öcalan tarafından ısrarla konunun TBMM’de kurulacak bir Komisyon’da ele alınmasını ve TBMM’de çözüme dönük hukuki ve yasal temelin sağlanmasını öneren tutumunu onaylıyor. DEM Partinin ve CHP’nin Komisyonda barış ve Kürt sorununda çözüm temelinde ittifakının önemini kuvvetle vurguluyor. TKP’ye göre, Komisyon’da bir oturumun gizli yapılması DEM Parti’nin değil, devletin zayıflığını gösteriyor. Anlaşılıyor ki gerek devlet ve gerekse AKP İmralı’da Öcalan’la yaptıkları “demokratik uzlaşmayı” halkın önünde açıkça sahiplenmekten çekiniyor. Bu aynı zamanda en küçük bir hukuki ve yasal temele dayanmayan Komisyon’un geleceği ile ilgili şüphe ve kaygıları tümüyle haklı kılıyor.Ancak bu şüphe ve kaygılarla Komisyonun çalışmalarını izlemekle yetinmemek, “barış ve demokratik toplum sürecini toplumsallaştırmak” için iktidarın Komisyonu riske sokan her türlü baskılarına karşı demokratik güçler, somut olarak CHP, DEM Parti ve sosyalistler arasında ittifakı gerçekleştirmek ve muhalefet olmanın gereklerini yerine getirmek gerekiyor.