
PKK, 12. Kongresi’yle birlikte yeniden, belki de hiç olmadığı kadar güçlü şekilde gündemde. Kongrede alınan tarihi karar, yani PKK’nin kendini feshetmesi ve silahlı mücadeleye son verdiğini ilan etmesi, yalnızca Kürtler için değil, Türkiye ve Ortadoğu siyaseti için de bir milat. 47 yıllık çatışmalı geçmişin ardından gelen bu radikal karar, geçmişte sıkça duyulan “silahlar sussun, sözler konuşsun” çağrısı, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ortaya koyduğu irade ile ilk kez yaşam buluyor. Bu durum, siyasi sorumluluğu tek taraflı olmaktan çıkarıp, şimdi devletin ve toplumun önüne koyuyor.
DEVLETİN GÖLGEDE BIRAKMA RİSKİ!
Ancak PKK’nin fesih kararı kendi açıklamasında da belirttiği gibi bir sona işaret etmiyor; aynı zamanda bir başlangıcın eşiğini de işaret ediyor. Kongre sonuç bildirisi, silahların susmasının, demokratik siyaset zemininde yeni bir dönemin başladığını ilan ediyor. Elbette ki bu öyle kolaylıkla geçilecek bir eşik değil. Türkiye’de, devletin güvenlikçi reflekslerle bu tarihi fırsatı gölgede bırakma riski her zaman var. Aynı şekilde toplumsal hafızadaki korkular ve önyargılar, sürecin samimiyetle sahiplenilmesini zorlaştırabilir. PKK’nin öncü kadroları ve yöneticilerinin kongrede yaptığı değerlendirmelere göre; bugün yaşanan, yalnızca bir örgütün kendini feshetmesi değil; bir halkın, “farklı bir yaşam mümkündür” diyerek yeni bir sayfa açma iradesidir.
KONGRENİN EN ÖNEMLİ VURGUSU
Kongrenin en önemli vurgusu ise bu sürecin Abdullah Öcalan’ın önderliğinde yürütülmesi gerektiği oldu. Bu, yalnızca sembolik bir vurgudan ibaret değil. Tam tersine, Türkiye’nin demokratikleşme hikâyesinde Abdullah Öcalan’ın rolünün yeniden tanımlanması gerektiğini gösteriyor. Çünkü mesele yalnızca Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü değil; onun önerdiği Kadın Özgürlükçü, Ekolojik ve Demokratik Toplum paradigmasının bu coğrafyada nasıl yankı bulacağıdır.
KÜRT HALKININ SORUMLULUKLARI
Dikkat çeken bir başka gerçek ise bu kararın sadece devlete ya da örgüt üyelerine değil, doğrudan Kürt halkına da sorumluluk yüklemesi. PKK, kendi varlığına son vererek Kürt halkına mücadeleyi demokratik zeminde sahiplenme çağrısı yapıyor. Bu açık çağrı, aynı zamanda Türkiye’deki muhalefet güçleri, sosyalist hareketler, sivil toplum kuruluşları ve kanaat önderleri için de bir test niteliğinde. Aynı zamanda şimdiye kadar sıkça dillendirilen barış taleplerinin gerçek bir siyasal ve toplumsal dönüşüm çağrısı karşısında samimiyet testi oluyor.
ÇÖZÜM İÇİN ANAYASAL ADIMLAR
Bu noktada, özellikle Meclis’e düşen görev hayati nitelik taşıyor. Yapısal bir çözüm için yasal düzenlemelerden anayasal değişikliklere kadar pek çok adım gerekiyor. Kürt sorununu şiddet sarmalının dışına çıkarıp siyasetin gündemine yerleştirmek, artık ertelenemez bir sorumluluk olarak herkesin önünde duruyor. Eğer bu sorumluluk yine ötelenirse, bu kez barış fırsatının kaçırılmasının maliyeti, geçmiştekilerden çok daha ağır olabilir!
GELECEĞİN YOL HARİTASI
Bu kongrenin dili, sadece geçmişin bir muhasebesi değil; geleceğin yol haritasını da içeriyor. PKK’nin, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı doğrultusunda daha kapsayıcı, daha evrensel bir mücadele zemini yaratma arzusu açıkça görülüyor. Bunun kadınları, gençleri, halkları önceleyen bir zemin olduğuna, aynı zamanda Ortadoğu’nun savaş ve yıkım döngüsünü kırabilecek tek gerçekçi çıkışa da işaret ediyor. Formülü ise Demokratik Ulus anlayışının yaşam bulması oluyor. Sonuç itibariyle 12. Kongre’nin ardından ortaya çıkan durum, tarihin çatallı yollarından birine daha gelindiğini gösteriyor.
MA