
■ Politika’dan Yorum
İktidarın, CHP’ye kayyum saldırısı karşısında CHP ne yapacağı ve bizim cephenin ne yapacağı hayatı bir konu. Eğer CHP, mitinglerle harekete geçirdiği milyonları demokrasi mücadelesine seferber etmeyi başarmalıdır.Oynanan oyun belli. Dolayısıyla hukuk guguk lakırtısı ile vakit kaybetmeyelim. Saray, hiçbir yasa ile sınırlandırılmamış bir siyasi pratik izliyor. Şimdi değil en azından son on-onbeş yıldır böyle.
İstanbul’dan sonra Ankara’daki mahkeme de CHP Büyük Kurultayı’nı “mutlak butlan” diyerek iptal etmek üzere İstanbul mahkemesinin aldığı kararın hemen kendisine iletilmesini istedi. Eğer Saray süreci biraz daha uzatmaya karar vermezse, 15 Eylül’de CHP’ye kayyum atayacak.
Bu durumda sol, sosyalist partiler, örgütler, sendikalar, odalar ne yapmalı? Muhtemelen herkes bunu düşünüyordur ama henüz kamuoyuna yansıyan bir politika önerisi yok.DEM Parti kısa bir açıklama yaptı, Tuncer Bakırhan da konuya ilişkin, özellikle Özgür Özel’in tüm baskılara rağmen Komisyon’dan çekilmemekte direnmesine önemli vurgularda bulundu.
CHP’ye yönelik yargı sopasıyla yürütülen yıkıcı baskı “bizim gündemimizi” doğrudan ilgilendiriyor. Çünkü bu gelişmeler, sadece CHP’ye yönelik bir operasyon değil, muhalefetin zaaflarından yararlanarak, partisiz, seçimsiz bir rejime geçişi hedefliyor. Saray, CHP’yi yargı eliyle saldırılarla DEM Parti’yi de “müzakerecilik” ile ayrı ayrı muhalefet edemez hale getirerek siyaset alanını dizayn etmek istiyor.Gelişmeleri emperyalizmin bölgesel planlarından bağımsız olarak da değerlendirilemez. Artık herkesçe malum, NATO 2030 Konsepti ile resmen 3. Dünya Savaşı süreci başlatıldı. İsrail’ın ABD ve Avrupa’nın açık desteği ile Ortadoğu’daki “direniş ekseni”ni parçalaması, Rusya’nin bölgeden çekilmek zorunda kalması, İran’ın yalnızlaştırılması ve üst düzey suikastler ve ağır bombardıman ile hırpalanması ile yeni hedefin İran’ın emperyalist işgali olduğu da resmen ilan edilmiş durumda. Bu emperyalist planda Türkiye’nin rolü nedir?
Olgular gösteriyor ki, İran’ın işgali planında Türkiye ve Azerbaycan kritik önemde. Derin bir ekonomik, toplumsal ve politik kriz içindeki Türk devleti, böyle bir görevi yerine getirmesi için şimdiki “seçimli, muhalefetli otoriter” rejimle olmayacağı açık. Savaş böyle bir ülkede demokrasinin en son kırıntılarını bile yok eden faşist bir diktatörlüğü neredeyse olmazsa olmaz şart haline getiriyor. Eğer Erdoğan-Bahçeli yönetimi NATO’ya böyle bir savaşta rol oynama sözünü, tıpkı Erdoğan’ın Irak’ın işgaliyle ilgili ABD’ye verdiği söz gibi, verdiği gün, ABD Bahçeli’nin sözünü ettiği Türk devletinin Rojava’ya Şam’la birlikte askeri harekatına “rüşvet” kabilinden göz yumar.
CHP üzerine oynan oyunun bundan bağımsız olarak ele alınması en hafif deyimle naifliktie. CHP’ye kayyum atanması bu uğurda atılan en önemli adım olacak. Bu süreç Devlet’in memleketin doğusu ile batısı arasında bir ittifak olmasını engelleme kırmızı kitabına da uygundur.
Özgür Özel Asliye mahkemesinin tayin ettiği kayyumu İl Binasına sokmayacaklarını, daha önemlisi eğer 15 Eylül’de mahkemeden mutlak butlan kararı çıkarsa, Türkiye çapında yapılacak mitinglerde “alanı terketmeyeceklerini” ilan etti. CHP’nin direniş çizgisini takip etmesi durumunda ve tüm muhalefetin de direnişe katılmasıyla yeni bir demokratik mücadele alanı açılacaktır. Bu aşamada Kürt halkının hassasiyetle yaklaştığı “barış ve demokratikleşme” sürecinin önü daha da çok açılacaktır. Aksi durumda, CHP’nin başına geçecek olan Kılıçdaroğlu, müfrit ulusalcı klik ve Ergenekon yönetimi TBMM Komisyonundan çekilecek ve “barış ve demokratik toplum süreci” çökecek. Kılıçdaroğlu’nun yönetiminde CHP “açık diktatörlük” koalisyonunda Rojava’ya, içeride Kürt halkının tüm kazanımlarına karşıtlık temelinde yer alacak.
Kürt sorununda demokratik çözümün garantisi, iktidar değil, muhalefetin ittifakıdır. Muhalefetin birliğini, somut durumda, CHP, DEM Parti, sol-sosyalist parti ve örgütler, sendikalar, odalar vb. arasında kapsayıcı bir ittifak sağlanamadığı durumda demokratikleşme yolunda ilerleme sağlanamadığı gibi CHP’nin de bu saldırılardan sıyrılma imkanı olmayacak. Sürecin başından beri A. Öcalan’ın, atılacak adımlarda CHP’nin mutlaka yer almasının sağlanması gerektiğine dair uyarı ve önerilerini de bu bağlamda anlamak gerekir. Bu “kader birliği”ni pratik olarak gerçekleştirmesine katkı yapmak komünistlerin başlıca görevidir.
CHP’ye yönelik saldırının stratejik amacı “açık diktatörlük”tür. Taktik amacı ise CHP’yle DEM Parti arasında ittifak ihtimalini bertaraf etmek, CHP’nin TBMM Komisyonundan çekilmesini sağlamak, bu yolla DEM Parti’yi yalnızlaştırmak ve onun direniş gücünü kırmaktır.
Sonuç olarak eğer CHP geri adım atmaz, mitinglerinde topladığı milyonları demokrasi mücadelesine seferber etmeyi başarırsa, hepimiz bu direniş karşısında ne yapacağımızı düşünmek zorundayız.