
■ Politika’dan Yorum
CHP’ye yönelik operasyonların siyasi nitelikte olduğu konusunda genel bir uzlaşı var. Bu operasyonların temel amacı, CHP’yi kendi içine kapatmak ve halk muhalefetinin yükselen tepkisinin adresi olmaktan çıkarmaktır. Operasyonların, Kürt siyasi temsilcileriyle başlatılan yeni sürece denk getirilmesinin amacı ise, Fırat’ın Batısı ile Doğusu arasında tarihsel bir ittifakın kurulmasını engellemektir. Kürt siyasetini “süreç” koridoruna alırken, batıdaki halk muhalefetinin liderliğini yapan CHP’yi de adliye koridoruna sokarak muhalefeti felç etmeye çalışıyorlar. Saray’ın iktidarını sürdürebilmesinin başka bir yolu kalmamıştır.
Unutulmamalıdır ki, bu sadece Saray iktidarının değil, devlet aklının da en büyük korkusudur: Kürdü, Türkü, bütün emekçi ve demokratik güçlerin birleşik muhalefeti. Suruç ve Ankara katliamlarının amacı da tam olarak buydu.
İktidarın hem jeopolitik gerekçelerle hem de içerde iktidarını sürdürebilmek için başlattığı yeni sürecin, CHP ile Kürt siyaseti arasındaki genel ve yerel seçim ittifaklarına ciddi bir darbe vurduğu açıktır. DEM Parti yetkilileri operasyonları eleştiriyor, tutuklanan belediye başkanlarını cezaevinde ziyaret ediyor. Ancak, Kürt tarafının “barış ve demokratik toplum” çağrısıyla, “CHP’ye yapılan operasyonlar da biter, Batı’ya da demokrasi gelir” varsayımı henüz somut bir zemine oturmamış durumda. Sürecin demokratikleşme yönünde ilerlemesi için Saray’daki faşist partilerle değil, toplumun içindeki demokratik güçlerle birlikte hareket edilmesi gerektiği açıktır. Ancak bu doğrultuda henüz anlamlı bir çaba görülmemektedir. Ne CHP’nin, ne Dem Parti’nin ne de sosyalist hareketin operasyonlara karşı bir yol haritası ortaya koyduğu söylenebilir.
Artık yeni bir 6-7’li masa kurulamayacağı da ortadadır. İktidarın saldırısına uğrayanlar, “milli birlik”, “birleşik mücadele” çağrısı yapıyor! Ancak İYİ Parti ve Zafer Partisi gibi faşist partilerin CHP’ye yaptığı “birlikte mücadele” çağrılarının asıl amacı; CHP ile DEM Parti arasındaki olası bir ittifakı bozmak ve Özgür Özel ile Ekrem İmamoğlu’nu sürece dair destekleyici açıklamalardan vazgeçirmeye zorlamaktır. Bu niyetin görülmemesi mümkün değil. Üstelik bu konuda İYİ Parti ve Zafer Partisi yalnız değil. Ulusalcı çizgideki bazı kesimler de, örneğin Sözcü gazetesi çevresinde toplanan faşist unsurlar, Kürt karşıtı bir çizgiye sıkı sıkıya bağlılar. Tüm bu gelişmeler yeni bir “Ergenekon” yapılanmasının oluştuğuna işaret ediyor. Bu yapılanmanın içinde “Mustafa Kemal’in önünde diz çöküyoruz” diyen Kemal Okuyan’ın ekibinin de yer aldığını belirtmek gerekir. Bu faşist odaklarla herhangi bir ittifak, Saray faşizmine hizmet etmekten başka bir sonuç doğurmayacaktır.
Bu nedenle CHP, iktidar yürüyüşünü sürdürebilmek ve operasyonları savuşturabilmek için bu kesimleri açıkça reddetmelidir. Ancak bu adım tek başına Saray’ın planlarını boşa çıkarmaya yetmez. DEM Parti’nin de kendi iktidar hedefini net biçimde ortaya koyması gerekir. Ne yazık ki DEM Parti, anlaşılmaz bir biçimde “iktidarı hedefleyen bir parti” olmaktan kaçınmakta. Gezi ve 7 Haziran süreçlerinde olduğu gibi, toplumsal muhalefetin öncüsü olma iddiasını da yeniden üstlenmekten uzak durmaktadır. Bu, bir partinin kendi varlık nedenini inkâr etmesi anlamına gelir. Yüzde 13 oy almış ve yeniden yüzde 15’lere çıkma potansiyeli olan bir partinin bu geri duruşu kabul edilemez. Sadece “müzakereci” bir rol üstlenmesi, onu gerçek bir parti olmaktan çıkarmaktadır.
Herkes biliyor ki, Saray iktidarının en ufak bir demokratikleşme planı, hatta niyeti yoktur. İktidar ortakları olan faşist partilerin, içeride mafya–şirket–siyaset üçgeninde kurdukları kara düzeni sürdürmek ve dışarıda Osmanlıcı emellerini gerçekleştirmek için tek hedefleri parlamentoyu da ortadan kaldıran bir dikta rejimidir. Bu sadece bu iki partinin değil, Türk burjuvazisinin de talebidir. Bu yönelim, ABD’nin öncülüğünü yaptığı küresel faşizm (akademik literatürde “illiberalizm” diye anılan) ile de uyumludur.
Zaten “süreç”te iki ayrı program vardır: “Terörsüz Türkiye” ve “Barış ve Demokratik Toplum”. DEM Parti, 7 Haziran’dan sonra yeniden toplumsal muhalefetin liderliğini üstlenme şansını yakalamıştır. Görülüyor ki Kürt siyaseti bir kez daha “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışı yapmak istememektedir. Ancak iktidar müzakereyi mücadeleyle birlikte yürütüyorsa, DEM Parti’nin de aynı hakkı vardır. Nitekim Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu da süreci desteklediklerini açıklamışlardır.
İktidarın muhalefete kurduğu bu kumpastan çıkış, ne CHP’nin ne de DEM Parti’nin tek başına altından kalkabileceği bir iştir. Hatta bu iki partinin iş birliği bile yeterli değildir. Sol-sosyalist partiler, sendikalar, kadın örgütleri gibi toplumsal muhalefetin tüm bileşenlerinin birleşik bir hareket yaratması şarttır. Ne CHP herkesi kendi peşine takmaya çalışmalıdır, ne de DEM Parti “herkesi kurtaracak süreç” havasına girmelidir. Bu iki yaklaşım da her iki partiyi güçsüzleştirmekte ve iktidara cesaret vermektedir.
Sol-sosyalist partiler ise sürecin tamamen dışında kalmış durumdalar. Türkiye’nin geleceğini belirleyecek iki önemli süreç yaşanırken, örneğin EMEP sadece sendikal haklar konusunda kampanya yapmayı tercih ediyor. TİP’in CHP eylemlerine katılmak dışında bir önerisi bulunmuyor. Sol Parti ise BirGün’ün manşetlerinden çağrı yapmanın ötesine geçemiyor. Sosyalist gruplar, bu konunun dışında siyaset yapmayı bir tür politika sanısı içinde sürdürüyorlar. “Bekle-gör” yaklaşımı ile beklenenin yalnızca zindanlar olduğu unutulmamalı.
Sonuç olarak, hem CHP’ye yönelik operasyonların durdurulması hem de “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısının hayata geçmesi, gerçek bir halk inisiyatifi geliştirilmeden mümkün değildir. CHP’nin mitingleri, eğer yaşamın doğal akışını bozmuyorsa, iktidar açısından bir tehdit oluşturmamaktadır. Bu tür mitingler zamanla yıpratıcı hale gelebilir ve kitlelerin motivasyonunu zayıflatabilir. Bu nedenle yaşamın günlük akışını kesintiye uğratacak eylem biçimleri geliştirilmelidir. Bunların çok çeşitli örnekleri mevcuttur: Siyasi bir operasyona karşı siyasi bir tavır almak, polis ve savcılıklara ifade vermeyi reddetmekten meydanları kalıcı biçimde özgürleştirmeye, boykottan genel greve kadar tüm mücadele biçimleri devreye sokulmalıdır. Aksi halde süreç uzadıkça muhalefet yıpratılacak, halk ise daha da güçsüzleşecektir.