Süreç”teki gelişmeler de genel olarak AKP-MHP faşist rejiminin yenilmesi bakımından bugün için bu üç kesim arasındaki arasındaki ilişkiler siyasetteki en temel konudur.
AKP-MHP iktidarı, kendi içlerindeki sorunlarına rağmen, Ortadoğu’da değişen emperyalist dengeler karşısında düzenin bekası için “son Kürt isyanını” silahlı bir hareket olmaktan çıkararak düzenin içine entegre etmek istiyor. Bunu yaparken de, yine aynı bölgesel/küresel gelişmelerin Kürt hareketini de eskisi gibi hareket edemeyeceği yeni koşullardan fazlasıyla istifade ederek, rejimden en ufak bir taviz vermemeye çalışarak gerçekleştirmek istiyor.
Churcill’in meşhur lafı vardır: Hiçbir şeyi değiştirmemek için her şeyi değiştirmek. İşte AKP-MHP’nin yapmak istediği bu. Devlet Aklı’na yön veren temel fikrin bu olduğu şüphesiz. Silahsız bir hareket, Düzen tarafından her türlü elimine edilir. Bunun sağlanması Türk burjuvazisi ve devleti için tarihsel kazanımdır. Bunun için her şey değiştirilebilir. Irkçı faşist ideolojinin en temel partisi, mafya ve kontgerilla odağı MHP lideri Bahçeli’nin “bebek katili” diye “ip attığı” Öcalan’a şimdi “kurucu önder” demesi bu değişimin adımlarından biridir. Cemevlerinin ibadethane sayılması açıklaması da. Bu söylem ve eylemler düzende hiçbir değişiklik yaratmaz, rejimin de demokratikleşmesini getirmez kendi başına.
Bu noktada, demokrasi, ekonomik ve sosyal adalet, eşitlik gibi siyasal sistemin yani rejimin değişimini talep eden kuvvetlerin tanımlanması, bu kuvvetlerin handikaplarının anlaşılması, bunlar arasında nasıl bir ilişki kurulabileceğinin netleştirilmesi hayati önem kazanmaktadır.
Bu kuvvetlerin başında ve en tutarlı olan kesim kuşkusuz Marksçılar gelmektedir. Marksçılar, kapitalist emperyalist sisteme karşıdırlar. Bu sistemde burjuva egemenliğinin her türlü biçiminin bir diktatörlük olduğunu bilirler ve işçi sınıfının ve emekçi halkın iktidarını kurmak için bu diktatörlüğün yıkılması gerektiğini savunurlar. Bu açıdan rejimin demokratikleştirilmesi mücadelesi, onlar için işçi sınıfının mücadelesinin geliştirilmesinin bir yoludur. Ama hayati ve mecburi bir yoldur bu. Bugün de 12 Eylül askeri darbesinin kurduğu faşist rejimin devamcısı olan AKP-MHP iktidarına karşı mücadelede en kararlı ve tavizsiz kesim Marksçılardır.
Fakat siyasal alanda en zayıf olan kuvvet de bunlardır. İşçi sınıfı içinde ve emekçi kesimler arasında kayda değer bir örgütlenmeye sahip değillerdir. Görece güçlü oldukları alan kadın hareketidir fakat kadın hareketinin tek başına rejimi değiştirme gücü doğal olarak oldukça sınırlıdır. Bununla beraber tüm dünyada güçlü bir fikri ve eğilimi temsil ettikleri ve her an hızlı bir şekilde güç kazanmaları muhtemel olduğu için siyasal ağırlıkları cürümlerinden fazladır.
Apocular, Kürt sorunu gibi inkarı mümkün olmayan bir toplumsal sorununun tarafı ve siyasal öncüsü oldukları için demokrattırlar ve şimdiye kadar da demokratik mücadelenin en güçlü kuvveti olarak siyasal alanda, Türkiye’nin üçüncü büyük partisi olarak bir yer kaplamaktadır. Apocuların kuvveti ayrıca başta Ortadoğu ve Avrupa olmak üzere Kürtlerin olduğu her yerde bir ideoloji etrafında kenetlenmiş tek küresel kuvvet olmalarından da gelmektedir. Bu sayede sadece Kürtlerin değil, başka milletlerden de aydınların, ezilenlerin, emekçilerin sempatisini ve desteğini almaktadırlar. Bu onlara emperyalist kapitalist devletlerin ve küresel örgütlerinin nezdinde de diplomatik bir güç kazandırmaktadır.
Apocuların programı, rejimin değişikliğini gerektirmektedir. En geri haliyle, AB Yerel Yönetimler Şartı’na Türk devletinin şerhlerinin kaldırılması ve AİHM kararlarının ve normlarının –TC Anayasası’nda belirtildiği gibi- uygulanması bile şu andaki faşist yönetimin gevşemesi anlamına gelmektedir. Federasyon, kültürel özerklik gibi biçimlerde olmasa bile, Kürtçe eğitim ve öğretim, Kürtlerin varlığının Anayasal düzeyde kabulü talepleri de faşist rejimin ırkçı, şoven yapısının parçalanması anlamına gelecektir. Apocuların demokratik karakteri bunlarla sınırlı değildir. Kadın hakları ve örgütlenmesi alanındaki durumları, diğer bütün kuvvetlerden çok daha ileri ve güçlüdür. Bu nitelikleri bile onları hepsinden ilerici ve seküler bir hareket yapmaktadır. Komünalizm, demokratik sosyalizm tezleri Marksçılar açısından doğru kabul edilmeyen tartışılmaya açık tezlerdir.
Kemalciler, kapitalist Düzen’den yanadırlar ama rejimin değişmesini istemektedirler. Kendi içlerinde sosyal demokrattan ırkçı-faşist uca kadar geniş bir spektruma sahiptirler. Tek temsilcileri CHP olmamakla birlikte CHP’siz de hiçbir parçanın siyasal bir değeri kalmamaktadır. Kemalcilerin en temel handikapı, bir rejim değişikliğinin Düzen değişikliğine kaymasından duyulan korkudur. Bu yüzden arkasındaki halk gücünü Düzen’in sınırları içinde tutmakla mükelleftir. Küçük esnaftan İş Bankası ortaklığına ve belediyelerdeki ranta hükmetme gibi kadar geniş bir çıkarlar grubu ve burjuva kesimden oluşan Kemalcilerin demokratlığı da, adaletçiliği de bu çıkarların şiddeti ile orantılıdır. Bu kesimleri demokrat olmaya mecbur bırakan asıl faktör iktidar olan kuvvetlerin Devlet olanaklarından bu kesimlerin pay almasını olabildiğince kısmış olmalarıdır.
Her halükarda bu üç kuvvet farklı zorlamalardan dolayı demokrasi istemektedir. Bugün toplumda demokrasi isteyen başka bir kuvvet bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu üç kuvvetin de başarılı olması kendi aralarında öyle ya da böyle bir ittifak kurma şartına bağlıdır.
Fakat temel eksiklik de bu şartın yerine getirilmemesidir.
Her bir kuvvet bir diğeri ile didişmek için oldukça heveskar ve enerjik davranmaktadır. Apocular, “demokratik sosyalizm” tezini savunmak için Marksçılara yüzde doksan dokuzu hiçbir teorik ve amprik temele dayanmayan işkembeden eleştirilerle yönelmekteler hücum etmekteler. Marksçılar da bu hücumlara cevap vermekte mal bulmuş mağribi gibi aynı heveskarlık ve enerji ile davranmaktadır. Kemalciler de –doğal olarak sağcı, ırkçı kesimleri en azgın olarak- sanki onlara büyükşehirlerde iktidarın yolunu Apocular sağlamamış gibi, MHP’den daha kralcı pozisyon almaktadırlar.
İktidar bu sayede her türlü süreci az çok istediği gibi yönetmektedir. Ne AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamakta ne yargı eliyle siyasal alanı düzenleme operasyonlarını durduruyor. Tam bir kuralsızlık, hukuksuzluk içinde yönetmeye devam ediyor.
Hem “süreç”in ilerlemesi hem demokratikleşmenin sağlanması için halihazırdaki bu üç kuvvet birbirlerine mecbur olduklarını görmeli ve arasında eşgüdümlü bir siyaset için bir mekanizma kurulmalıdırlar. Mevcut halin devamı her birini iktidar için büyük bir kolaylık olacaktır.
Politikadan Yorum