
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı, “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” gündemdeki yerini koruyor. Çağrının ardından 1 Mart’ta ateşkes ilan eden PKK, 5-7 Mayıs tarihlerinde de kongresini toplayarak 12 Mayıs’ta yaptığı açıklamayla çalışmalarını sonlandırma kararı aldı.
Bu süre zarfında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de Meclis’te komisyon kurulması çağrısını yapsa da iktidar ve devlet tarafından henüz somut bir adım atılmış değil. Öte yandan uzmanlar sürecin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi için yeni anayasal düzenlemelere ihtiyaç olduğunu belirtse de bu noktada da herhangi bir adım atılmadı.
Bir yandan da “anayasa” tartışmaları siyasette sürerken, yürütülen tartışmalarda Kürtlerin temel hakları noktasında nasıl bir yol izleneceği de belirsizliğini koruyor.
Daha önce anayasa değişikliği için başlatılan çalışmalara katılan Anayasa Profesörü ve Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem, süreç bağlamında gelişen anayasa tartışmaları ve nasıl bir anayasaya ihtiyaç olduğuna dair Mezopotamya Ajansı’nın sorularını yanıtladı.
Türkiye’de yürürlükte olan mevcut anayasaya dair yıllardır eleştiriler yapılıyor. Mevcut anayasa hangi aşamalardan geçerek son halini aldı?
Anayasalar hem devletin temel yapısını ve işleyişini düzenleyen belgelerdir, hem de temel hak ve özgürlükleri düzenlerler. Her iki yön itibariyle de devleti, iktidarı sınırlama, onun keyfiliğe kaçmasını engelleme ve hak ve özgürlükleri güvence altına alma gibi iki temel işlevi açısından da, 1982 Anayasa’sı orijinal ve otantik haliyle anayasacılık teorisiyle bağdaşmayan, buna ters düşen bir anayasa niteliğine sahip. Yani bireyi devlet karşısında koruma değil de, mevcut devleti birey karşısında korumak gibi bir kaygıdan hareket ediyordu. Demokrasiyi sınırlayan, hak ve özgürlüklerin alanını da dar tutan, hukuk devleti anlayışıyla da çelişen, birçok hükmü barındıran bir anayasaydı. Nitekim Osmanlı-Türkiye anayasacılık tarihinde, kabul edilen anayasalarla mukayese edildiğinde, bu anayasa geriye gidişi ifade eden bir anayasadır. Bu özelliği dolayısıyla bu anayasa yürürlüğe girdiği günden itibaren sürekli eleştirilen, değiştirilmesi ya da yenilenmesi gerektiği söylenen bir anayasadır.
82 Anayasası bugüne kadar tam 19 kez değiştirildi. 2017 anayasa değişikliğini bir tarafa bırakacak olursak, ondan önceki değişiklikler hep pozitif anlamda oldu. Yani demokrasinin alanı olabildiğince genişletildi. Temel hak ve özgürlüklerin alanı eskiye oranla epey değiştirildi, genişletildi. Hukuk devleti alanında var olan eksikliklerin çok önemli bir kısmı kaldırıldı. Yani 82 anayasası bir anlamda bir metamorfoza uğradı. Kendi orijinal ve otantik halinde var olan katı devletçi, insan hakları, demokrasi, hukuk devleti karşıtı nitelikleri önemli ölçüde yumuşatıldı. Ama hala şüphesiz bu değişikliklerle birlikte 82 anayasası -2017’ye kadarki dönem için söylüyorum- devletçi, tekçi, merkeziyetçi nitelikleri koruyan bir anayasaydı. Ama 2017 yılında yapılan değişikliklerle birlikte esas itibariyle hükümet sistemine ilişkin köklü bir revizyon gerçekleşti. Bu hükümet sistemi maalesef denge ve denetleme mekanizmalarına yer vermeyen bütün yetkileri -yasama, yürütme ve yargıya dair yetkileri de-doğrudan ya da dolaylı bir biçimde tek kişinin iradesine devreden, bırakan bir anayasa değişikliği oldu. Bu anayasa değişikliği sonrasında daha önceden zaten bozulmaya başlayan Türkiye’deki otorite-özgürlük denklemi, çok daha kötüye doğru evirildi. Demokrasinin alanı daraltıldı. Uygulamayla birlikte temel hak ve özgürlükler baskı altına alındı. Sessiz ve suskun bir toplum yaratılmaya çalışıldı. Bunda hiç şüphesiz 2017 anayasa değişikliklerinin ve yeni dönemde oluşturulmaya çalışılan yeni statükonun etkisi belirleyici oldu.
1982 Anayasa’sının Kürt sorunun derinleşmesine etkileri nelerdir?
Bu anayasa Kürt sorununda daha derinleştirici bir etki yarattı. Hiç şüphesiz anayasalar çatışmaların çözümünde önemli siyasi ve hukuki belgelerdir. Anayasalar kimi zaman bu çatışmayı yaratan ya da var olan çatışmayı derinleştiren bir etki yaratır. Kimi zaman da anayasalar var olan çatışmayı yok eden ya da çatışmayı yumuşatan bir etki yaratır. 82 Anayasası Kürt meselesi açısından çatışmayı derinleştiren bir anayasa oldu. 82 Anayasası bir taraftan anayasanın tümüne hakim olan Türklük vurgusuyla, diğer taraftan Kürtlerin kendisini yerelde yönetme iradesine ket vuran merkeziyetçi, tekçi yapısıyla, çoğulculuğu reddeden, kültürel kimlik haklarının kullanımı engelleyen yapısıyla, Kürt meselesini derinleştirici bir etki yarattı.
Kürtlerin yaşadığı sorunları aşmada dile getirdiği üç temel talep var. Bu taleplerin hiçbiri 82 anayasasında yer almıyor. Bugünkü haliyle de yer almıyor. Bunlardan birincisi; vatandaşlığın kapsayıcı ve kuşatıcı olması isteniyor. Kürtlerin temel taleplerinden biri bu; yani vatandaşlık ya hiç tanımlanmasın ya da tanımlanacaksa kapsayıcı ve kuşatıcı bir kavramla tanımlansın. Bu sadece Kürt meselesi açısından değil. Türkiye’deki diğer farklılıkları kapsayıp kucaklaması açısından da buna dikkat etmek gerekiyor. İkincisi, kültürel kimlik hakları; mevcut anayasanın 42’nci maddesinin son fıkrası, Kürt dilinde ya da farklı dillerde eğitim yapma imkanını tanımıyor. Eğer bir anayasa değişikliği yapılacaksa ya da yeni bir anayasa yapılacaksa en düşük marj bu yasağın kaldırılmasıdır. Kültürel kimlik haklarını güvence altına almak doğru olacaktır. Üçüncüsü de; adem-i merkeziyetçi bir yönetim tarzı. Mevcut anayasa idari özelliği öngörüyor. Mevcut anayasaya baktığımızda merkeziyetçi yönü ağır basan bir anayasadır. En azından uygulama o doğrultuda… Kürt meselesinin kalıcı temelde çözülebilmesi için bu taleplerden üçüncüsü olan adem-i merkeziyetçi bir yönetim tarzının, yani özerkliğin sınırının geniş tutulduğu, yerelin yerel demokrasinin ön plana çıktığı, merkeze ait olan yetkilerin önemli ölçüde yerel tarafından paylaşıldığı yönetim tarzına geçilmesi gerekiyor. Bugün sağlanmış olan negatif barışı, pozitif barışa evirmek, bunu kalıcı kılmak istiyorsak bu üç temel talebin anayasal düzeyde karşılık bulması gerekiyor.
Yeni anayasa bağlamında yol temizliğinin önemine herkes değiniyor. Sizde daha önce verdiğiniz birçok demeçte yol temizliğinin önemine dikkat çektiniz. Yol temizliği için neler yapılmalı ve hangi adımlar atılmalı?
Anayasayı değerli ve önemli kılmak ile kalıcı bir toplumsal barışı sağlamak istiyorsak, olabildiğince geniş mutabakat temelinde yapmak gerekiyor. Yani toplumun farklı kesimlerini kapsayan, kuşatan, onların siyasi temsilcilerinin iradelerine yer veren, siyasi, hukuki metinler haline getirmemiz gerekiyor. O nedenle bugüne kadar Osmanlı-Türkiye anayasalarına bakıldığında, orada hakim olan yapım yönteminin dışındaki bir yöntemle yapmak gerekiyor. Yani bugüne kadar anayasalar hep yukarıdan aşağıya yöntemle yapıldı. Toplumun özgür iradesi, dikkate alınmaksızın, bir mutabakat arayışı içerisine girilmeksizin anayasalar yapıldı. 1921 Anayasası kısadır ve geçici bir anayasadır. Sosyolojik meşruiyeti güçlü olan bir Meclis tarafından yapıldı ve kabul edildi.
Türkiye toplumunun kendi özgür iradesi ve inisiyatifiyle yaptığı bir anayasaya kavuşabilme adına olsa da yeni bir anayasa yapmak gerekliliğine inanıyorum. Ama bu anayasanın olabildiğince geniş tabanlı, geniş mutabakat temeline dayalı bir anayasa olması gerekiyor. Bugün itibariyle özgürlüklerin çok önemli ölçüde kısıtlı olduğu, sessiz ve suskun bir toplum yaratılmak istendiği bir dönemde bir anayasa yapabilmek çok kolay görünmüyor. Anayasaların yapılması için gerekli olan bir siyasal iklim ve bir atmosfer var. Demokratik ve özgürlükçü bir iklim olması gerekiyor. Bugün böyle bir iklimin var olduğunu hiç kimse söyleyemez. O nedenle eğer yepyeni bir anayasa yapmak istiyorsak öncelikle yapılması gereken şey bu iklimin yaratılması ve bu iklimin önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Yani yolun temizlenmesi ve güven artırıcı adımların atılmasıdır.
Bir röportajınızda anayasa tartışmalarına dair “Türkiye toplumunda ve siyasetinde anayasaya yönelik abartılı bir yaklaşım mevcut. Adeta bir anayasa fetişizmi ya da romantizmi yaşanıyor” değerlendirmesinde bulunmuştunuz. Bu konuyu biraz açar mısınız?
Anayasalar toplumsal sorunları bir çırpıda çözecek sihirli formüller değildir. Anayasalar toplumsal sorunların çözümünü kolaylaştıran ya da zorlaştıran parametrelerden sadece biridir. Hiç şüphesiz önemlidir. Yani sadece iyi bir anayasa yapmakla ya da kanunları değiştirmekle toplumsal sorunlar çözülemez. Yaşadığımız sorunları çözmek amacıyla hiç şüphesiz sürekli anayasalara, yasalara atıfta bulunuyoruz. “Yeni bir anayasa yapalım, anayasayı değiştirelim, kanun yapalım” diyoruz. Yani anayasayı bu kadar büyütmemek gerekiyor.
Neden?
Çünkü asıl önemli olan anayasanın içeriği kadar uygulanmasıdır. Mevcut anayasaya uyulmadığı bir ortamda yeni bir anayasa arayışının da çok fazla bir anlamı olmaz. Herkes şunu da düşünüyor: “Yani bu mevcut anayasaya uyulmuyor. Yani neden yeni bir anayasa yapılıyor?” Toplumun bu anlamda ikna edilmesi gerekiyor. Siyasilerin buna yönelik açıklamalar yapması gerekiyor. Ve dilini de, söylemini de, siyasetini de buna göre ayarlaması gerekiyor. Hemen herkesin kendi toplumsal tabanını ikna etmesi gerekiyor. “Şu ihtiyaca binaen biz bu anayasayı yapıyoruz” demeleri gerekiyor. Anayasalara bu kadar aşırı anlam yüklediğinizde, anayasal pratik hem ihmal edilebiliyor hem de kendi çabamızla yaşadığımız sorunlara çözüm üretme kapasitemiz ortadan kalkıyor. Ya da bütün sorunların kaynağını anayasa ve yasalarda arıyoruz. Kendimizde ise aramıyoruz. Anayasa ve yasaların ürettiği sorunlar olabiliyor. Ama bunlar hiçbir zaman toplumun kendi dinamikleriyle kendi sorunlarını çözebilmesi, kendi sorunlarıyla yüzleşebilmesinin önünde engel olmamalıdır.
Anayasaların sorunların çözümünde parametrelerden biri olduğunu, en iyi anayasa yapılsa bile esas meselenin uygulanmasında olduğuna dikkat çekiyorsunuz. Anayasa nasıl işlevli hale getirilebilir?
İşte o mekanizmalar mevcut anayasada olmasına rağmen uyulmuyor. Demek ki her şeyden önemlisi anayasaya uyulması gerekliliğine ilişkin hem siyasi aktörlerde hem bürokratik aktörlerde hem de toplumda yaygın kabulün gerekliliğidir. Tabii en başta da iktidar sahiplerinde bu kabul gereklidir. Şayet iktidar sahipleri anayasaya uymuyorsa bu bütün toplumlar için geçerli. Mevcut anayasanın hükmü çok açık; “Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlar bağlayıcıdır ve herkesi bağlar” diyor. Ama uyulmadığı takdirde anayasanın yapacak bir şey yok ki; anayasanın elinde bir sopa yok. Buna uyacak olan da başta iktidar sahipleridir. Oraya hangi hükmü koyarsak koyalım, siyasi iktidarda buna uyma iradesi yoksa çok iyi bir anayasaya sahip olmanın da bir anlamı yok. Çünkü anayasanın teorisi ile pratiğinin paralel olması gerekiyor.
Sizin söylediklerinize göre yeni anayasa yapılsa bile iktidar uymadığı takdirde bir anlamı olmuyor. Bu durumda anayasa tartışmalarını nasıl ele almak gerekiyor?
Buna ilişkin sihirli bir formül yok. Burada çoğulcu ve özgürlükçü demokrasinin temel kurumları var. Bu kurumların gerçekten yerleşik hale gelmesi gerekiyor. Mesela yargıyı anayasal güvence altına alırsınız ama yargının bağımsız ve tarafsız olması gerektiğine ilişkin yine biraz önce söylediklerime paralel olarak toplumda çok güçlü bir ağırlık, çok güçlü bir kanaat, çok güçlü bir kültür olması gerekiyor. Ki, siyaset ya da siyaset kurumu ya da iktidar sahipleri yargıya müdahale edildiğinde gerekli tepkiyi toplumdan görsün. Çünkü iktidar sahiplerinin tekrar seçilebilmesi için toplumdan oy alması gerekiyor. Eğer toplum iktidarı yargıya müdahale ettiği için cezalandırırsa hiçbir iktidar sahibi yargıya gelişigüzel müdahale edemez. Salt anayasal ve yasal güvencelerle bunlar sağlanamıyor. Ne olması gerekiyor? Çok güçlü bir sivil toplum olması gerekiyor. Yine çok güçlü, bağımsız, çoğulcu bir medya olması gerekiyor. İktidarın yine aynı şekilde tek bir merkezde toplanmamış olması gerekiyor. Mesela yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gerekliliği bundan da önemli. Bütün yetkiyi, gücü merkeze verdiğinizde orayı sınırlayabilmek mümkün olmuyor. Şimdi yerele de devretmek gerekiyor ki merkeze ait yetkiler bu yerel merkezi denetleyebilsin. Merkez de yereli denetleyebilsin. Yani tek bir şeyle açıklamak mümkün değil.
AKP iktidarı anayasa değişikliğini çokça gündeme getirdi. Sizin de içinde bulunduğunuz akademisyenler tarafından 2007’de, 2011-2013’te komisyonlar kuruldu. Ancak sonuç alınmadı. Neden?
Türkiye toplumu çok keskin bir şekilde ayrışmış ve kutuplaşmış bir toplum. Siyaset çok daha katı bir şekilde kutuplaşmış ve ayrışmış bir vaziyette. Hal böyle olunca siyasi iktidarın ya da sivil toplumun ya da siyasi partilerden herhangi birinin başlatmış olduğu yeni bir anayasa yapma süreci, akamete uğruyor. Yani geniş tabanlı bir toplumsal mutabakat sağlanamıyor. Herkesin kuşkuları ve korkuları var. 2007’de de mevcut cumhurbaşkanının inisiyatifiyle, o zamanki AKP iktidarı tarafından bir çalışma başlatıldı. 6 akademisyenden oluşan ve içinde benim de bulunduğum bir komisyon oluşturuldu. O zaman bir taslak metin hazırladık. AKP tarafından, “Bizim böyle bir metnimiz var. Sizler de hazırlayın, getirin. Sizin metinleriniz, bizim metinlerimiz üzerinden oturalım, konuşalım, tartışalım, müzakere edelim, bir sonuca varalım” denecekti. Yani o günkü irade o doğrultudaydı. Ama maalesef o dönem AKP’ye yönelik bu vesayet güçlerinin baskısının yoğun olduğu bir dönemdi ve AKP metni kendi metni haline getiremedi ve rafa kaldırdı.
2011-2013’te de maalesef bir netice elde edilemedi. O zaman 59 madde üzerinde mutabakata varıldı. Bu 59 maddenin aslında o gün itibariyle mutabakata varılan maddelerin anayasa değişikliği halinde kabul edilmesinin doğru olacağına inanıyordum. Ama o da yapılmadı. Çünkü herkeste ya hep ya hiç anlayış var. Halbuki siyasette bu doğru değil. Hep tek bir kesimin sürekli kazandığı, diğerlerinin kaybettiği bir demokratik siyaset konsepti yoktur. Yani bu tip süreçlerde müzakereye girilir. Herkesin geri adım atarak, kazandığı bir sonuç vardır. Ama bunlar o zaman da yapılmadı.
Yeni anayasa yapım sürecinde nelere dikkat edilmelidir?
Öncelikli olan anayasa yapım yönteminin kapsayıcı ve kuşatıcı hale getirilmesi gerekiyor. Süreç odaklı bir anayasacılığın hayata geçirilmesi gerekiyor. Sürecin kendisi çok önemlidir. Sürece odaklanmak gerekiyor. Ve olabildiğince bütün toplumsal kesimlerin sürece dahil edilip katkı sunabilmelerinin önünün açılması gerekiyor. Toplumdaki gerginlik ve kutuplaşmanın yumuşatılması gerekiyor. Anayasa yazımı için, yeni anayasaya katkı sunabilmek için gerekli yol temizliğinin yapılması gerekiyor. Güven arttırıcı adımlarının atılması gerekiyor. Nasıl ki 1876 tarihli Kanun-i Esası ya da 1924, 1961 ve 1982 anayasaları geniş tabanlı mutabakat temelinde yazılamamışsa, o sebeplerle de 2007, 2011-13 süreçleri de başarıya ulaşamadı. Yani bizim temel sorunumuz budur. Bunun öncelikle giderilmesi gerekiyor.
Daha önce İzlanda ve Güney Afrika örneklerinin incelenebileceğini, anayasa masalarının oluşturulabileceğini ve yurttaşların görüşlerinin alınabileceğini söylemiştiniz. Bu modeller dışında hangi önerileriniz var?
Bunlar hep tartışılıp konuşuldu. Güney Afrika modeli önümüzde… Aslında 2011-13 döneminde Güney Afrika modeline yakın bir yöntem izlendi. Meclis bir web sayfası açtı. Hemen herkes birey olarak, örgütlü toplum olarak, dernek, vakıf, meslek odaları olarak kendi görüşlerini ifade edebildi. Bu Anayasa Uzlaşma Komisyonu toplumun farklı kesimleriyle, sivil toplum örgütleriyle, meslek odalarıyla görüştü. Bunları bizzat dinledi. Hemen herkes her kesim kendi görüşlerini özgür bir şekilde ifade etti. Paneller, sempozyumlar, konferanslar düzenlendi. Yani teknolojinin el verdiği bütün imkanlar kullanıldı. Zaten Güney Afrika modelinin önemi de oydu. Güney Afrika’da halkın ayağına kadar gidildi. Masalar kuruldu ve bu masalarda konuyla ilgili isimler gidip vatandaşları dinleyip onlardan not aldı ve görüşlerini paylaştı. Telefon hatları kuruldu. Yani telefonlarla dahi talepler alındı. Billboard’lara anayasaya katılıma dair afişler ve pankartlar asıldı. Güney Afrika’da vatandaşın sürece katılımı için ne gerekiyorsa yapıldı. Bizde de açıkçası 2011-13’de de buna yakın -bunun kadar olmasa dahi- bütün araçlar önemli ölçüde kullanıldı. Ama bizde bir türlü toplumun farklı kesimleri arasındaki bu gerginliği, kutuplaşmayı, sertliği, katılığı giderecek kadar adımlar atılmadığı için, anayasayı yapamadık.
Mutfakta yeni anayasa yapabilmek için her türlü malzeme var. 82 anayasasının yürürlüğe girdiği günden itibaren tartışıyoruz. Bütün dernekler, sivil toplum örgütleri, meslek odaları, siyasi partilerin anayasa değişikliğine ya da yeni anayasaya ilişkin sayısız ve sınırsız önerileri, teklifleri, politika metinleri, raporları var. Önemli olan siyasi aktörlerin bu amaçla kapsayıcı, kuşatıcı bir yaklaşımla, yeni bir anayasa yapma iradesine sahip olmalarıdır. Bu iradeye kendi aralarında oturur, konuşur ve anlaşırlarsa anayasa yapmak kolaydır. Yani bizim deneyimi ve tecrübemiz yeterince var…
Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla başlayan süreçte, Türk-Kürt kardeşliğinin ve kalıcı barışın sağlanması için anayasa değişikliği ne derece önemli? Bu değişiklik sağlanmazsa sürecin başarıya ulaşması mümkün mü?
PKK’nin fesih ve silah bırakma kararı alması sonrasında bu negatif barış tamamen sağlanmış olacak. Bu negatif barışı, pozitif barışa dönüştürebilmek için adımlar atmak gerekiyor. Bütünleşebilmek bir toplum olabilmek ve kalıcı barışı tesis edebilmek için ciddi adımların atılması gerekiyor. Bu adımlar sadece yasal, anayasal ve hukuki adımlar değildir. Hem vatandaşlık konusu hem ana dilde eğitim konusu olmak üzere kültürel kimlik haklarının güvence altına alınması ve ademi merkeziyetçi bir yönetim tarzı… Yani Kürtlerin kendisini yönetebilmesinin önünün açılması… Yine çoğulculuğun önündeki yasal düzenlemeler ya da yasa altı düzenlemeler varsa, bunların da gözden geçirilmesi gerekiyor. Kişisel kanaatim bütün bunlardan çok daha önemlisi, yargısal ve idari pratiktir. Yani gündelik hayatta bir Kürt vatandaşının karşı karşıya kaldığı ayrımcılığa dair muamelelerin ortadan kaldırılmasıdır.
Belli başlı maddelerde değişiklik ve pratikleşme olmadan sürecin başarıya ulaşmasının mümkün olmadığını mı söylüyorsunuz?
Elbette, yani kalıcı barışın tesis edilmesi mümkün değildir.
Anayasa değişikliği için kime ne tür sorumluluklar düşüyor?
Asıl sorumluluk güç sahibi ve karar alma ile aldığı kararları eyleme geçirme gücü olan mevcut iktidardadır. Şayet yeni bir anayasa yapılacaksa, bu yeni bir anayasa yapabilmenin gerektirdiği toplumsal ve siyasal iklimi oluşturması gerekiyor. Bundan sonraki süreçte de bu iklim oluşturulduktan sonra, diğer siyasi aktörlerin de aynı doğrultuda adım atması gerekiyor.
Rukiye Payiz Adıgüzel / MA