■ Politika’dan Yorum
Ortadoğu’daki değişen emperyalist dengeler tek tek bütün özneleri de değişime mecbur bıraktı. Faşist Türk devletinin, “Kürt sorunu” karşısında on yıldır sürdürdüğü, “siyasi soykırım”, “pençe ve kilit operasyonları”ndan vazgeçip “kurucu önder” Abdullah Öcalan’ın “umut hakkı”ndan, TBMM çatısı altında konuşması çizgisine geçmek zorunda kalmaları da, A. Öcalan’ın devletin bu elini boş bırakmayıp, PKK’nin feshi, silahlı mücadelenin kategorik olarak sonlandırılması ve “entegrasyon” çizgisini geliştirmesi de bu durumun bir sonucu olduğu artık herkesin malumu. Kuşkusuz bu mecburiyet özneleri hepten kendi stratejilerinden vazgeçmesi, iradelerini ABD, İngiltere gibi emperyalistlere teslim ettikleri anlamına gelmiyor. Fakat düne kadar sahip oldukları manevra alanına da sahip olmadıkları anlamına geliyor.
Devlet, PKK, bölge üzerinde planları olan ABD ve diğer emperyalistlerin, her biri kendi stratejisini en maksimum düzeyde hayata geçirmek için bir “oyun” sürdürüyor. Yaşanan bir stratejiler stratejisi oyunu. Kürt siyasi hareketi, yeni bir Gazze yaşamamak için çok hızlı bir şekilde stratejik hamle yaptı. Bir yıllık sürede, Devlet’in herhangi bir adım atmamasına rağmen kendi pozisyonunu güçlendiren adımlar attı. Bu adımların bir kısmının Suriye’de Rojava Kürtlerinin statüsünü en maksimum düzeyde korumak olduğu da hepimizin malumu.Sürecin çok ağır psikolojik atmosferde geliştiği aşikar.
Atmosferi ağırlaştıran en temel sorunun “Süreç”le birlikte İmamoğlu ve ekibine yönelik başlayan operasyonlar oldu. Bu operasyonların AKP’nin kendi iktidarını sürdürmek için gerçekleştirildiğini hemen her kesim tarafından kabul eder. Operasyonların ne kadar hukuki olduğu da aşikar. CHP’nin de operasyonlara karşı kendisinden beklenmeyecek bir atılganlıkla bir halk hareketi ile cevap verdiğini gördük. Doğal olarak, bir taraftan yargı ve polis eliyle bir Cumhurbaşkanı adayı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı İmamoğlu’na ve ekibine, onlar üzerinden CHP’ye yönelik anti-demokratik operasyonlar gerçekleştiren, belediyelere kayyım atayan, muhalif medyaya ceza üstüne ceza yağdıran bir iktidar ile barış müzakereleri yapmak toplumun geniş bir kesimi tarafından en azından etik bulunmadı, bulunmuyor.
İmamoğlu ve ekibine, CHP’ye yapılan operasyonlar, öyle bir atmosfer yarattı ki, Türkiye demokrasinin gelmesinin şartı, barış değil de bu operasyonların son verilmesi olduğu kabul edilmeye başlandı. Barış ve demokrasi talepleri birbirine karşıtmış gibi ele alınmaya başlandı. Dolayısıyla garip bir denklem oluştu: Ortadoğu’daki gelişmeler ve yüz yıllık Kürt Sorunu’nun Kürt siyasi hareketinin silahlı mücadeleyi bırakması karşılığında demokratik siyaset yapma koşullarının sağlanması için verilen mücadele iktidar ile CHP arasındaki (son gelişmeler gösterdi ki, İmamoğlu ve ekibi) mücadeleye tabi kılınmaya çalışıldı, çalışılıyor. Dem Parti yetkilileri ve İmralı Heyeti üyelerinin İmamoğlu’nu da içerden kurtarmanın mücadelesini verdikleri yönlü açıklamalar da pek duyulmadı.
Gelinen aşamada bütün bu yaşananların yeniden değerlendirmesi yapılması gerekiyor.İmamoğlu’na ve CHP’ye yaplılan operasyonların bir yanının AKP’nin iktidarını garanti altına almak olduğu kadar diğer yanının hatta baskın yanının “dereyi geçerken at değiştirmemek” olduğunu görmek gerekmez mi? Bu operasyonun izninin ABD’den alındığı bizzat Özgür Özel tarafından söylendi. İmamoğlu ve ekibi de icazetini ABD, İngiltere ve AB’den almamış mıydı? Ortadoğu’daki planlar değişince ABD de, Türk egemenleri de “dereyi geçerken at değiştirmek”ten vazgeçmişlerdir. Türk egemenleri bakımından, PKK tarafından “nefeslenme” gerekçesiyle birkaç seçimdir desteklenen CHP’nin olası ilk seçimde iktidar olmasının iktidar blokunda yaratacağı değişimin Devletin elini zayıflatacağı düşünülmüş olabilir. ABD ve diğer emperyalistler ise “meşruiyeti” bizzat kendilerinden alan bir iktidarı tercih etmek için çok da düşünmeleri gerekmemiştir.Yani bu operasyonların bir “düzen içi mücadele” yönü olduğuna dikkat çekmek istiyoruz. Bu noktada iki noktaya dikkat çekmek istiyoruz. Birincisi, Hikmet Çetin’in yaptığı girişimlerde, İmamoğlu tarafından “serbest bırakılma ve dışarıda yargılanma” karşılığında Cumhurbaşkanı adaylığından çekilme teklifi yapıldığı iddiası. Benzer bir gelişme de, 2 Eylül’de mahkeme kararıyla CHP İstanbul İl Başkanlığı’na kayyım olarak atanan Gürsel Tekin’in “yeni bir devlet düzeninin kurulduğunu ve devletin Ekrem İmamoğlu’na ya da CHP’ye iktidarı devretmeyeceğini” söylediği iddiası. Ayrıca Kemal Kılıçdaroğlu ekibinin İmamoğlu-Özel ekibinin yönetimi aldığı Kurultay’ın iptal edilmesi davasından vazgeçmeme ısrarını da değerlendirmek gerekir.
Bu doneler ikinci ve asıl tartışmak istediğimiz konuyu gündeme almayı gerektiyor: 19 Mart’tan beri bir direniş hattı kuran İmamoğlu ve Özgür Özel liderliğindeki CHP’nin kendilerine verilen halk desteğini AKP-MHP iktidarını yenecek bir düzeye çıkarabilecekler mi, Kürt sorununun demokratik çözümü de dahil olmak üzere Türkiye’nin yüz yüze olduğu toplumsal sorunlara çözüm oluşturabilecek mi? Bu mümkün görünüyor mu? Soruyu tersinden soralım, CHP’yi iktidara getirmek için Süreç’i boş mu verelim? Yoksa ne yapalım?Burada Dem Parti tarafından bile şimdiye kadar cılız bir şekilde dile getirilen, “barış ve demokratik toplum çağrısı”nın CHP’ye yapılan hukuksuz operasyonlara da son verecek, onları da kurtaracak bir mücadele olduğu, olabileceği seçeneği üzerinde duralım bir de. Evet, CHP anketlerde birinci parti. Dem Parti’nin oyu yüzde 8-10 bandında. Fakat iktidarı ve de Devleti, on yıldır en ağır tecrit altında tuttuğu “kurucu önder”i Abdullah Öcalan ile müzakere etmek zorunda bırakan bir siyasal konjonktürün ve gücün temsilciliği yapıyor Dem Parti.
Kürt siyasal hareketi ve onunla ittifak halinde olan sosyalistler ve diğer sol partilerin hemen hepsi on yıldır bütün seçimlerde –AKP’yi/faşizmi geriletmek adına- CHP’yi destekliyor ve bu destek sayesinde CHP güçlendikçe güçlendi ve son yerel seçimlerde birçok büyükşehir belediyesini kazanarak birinci parti konumuna geldi. Bu başarıda da Kürt siyasi hareketinin desteğinin kilit rol oynadığı bilinmesine rağmen pek de üzerinde durulmadı. Fakat bu on yıl, hem Kürt siyasi hareketinde hem de sol, sosyalist harekette iktidar iddiasının zayıflamasına neden olduğunu belirtmek gerekir. Adeta CHP’nin dışında bir önderlik düşünülemiyor. O kadar ki, Dem Parti’nin TİP, EMEP, TÖP gibi sol sosyalist partilerle yaptığı konferansın sonuç metninde “bu ülkeyi biz kurtarırız” iddiasını göremiyoruz.Oysa artık içinde olduğumuz konjonktürde AKP-MHP “faşizmi geriletecek”, Kürt sorunun demokratik çözümünün önünü açacak, Türkiye’yi demokratikleştirecek olan, buna mecbur olan tek güç en geniş temsilini Emek ve Özgürlük İttifakı’nda bulan güçlerdir. Bu konuda en başta bu güçlerdeki kafa bulanıklığı gidirilmesi gerekiyor. Seçim döneminde başarılamayan şey şimdi başarılmalıdır:
Halklarımızın karşısına iktidara, Türkiye’yi yönetmeye talip olan, buna inanan bir güç olarak kendini ortaya koymalılardır. Çok açık bir şekilde, kendi içinde bir sürü çıkar kavgası ile malul CHP’nin değil, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın CHP’yi de kurtaracak güç olduğunu haykırmalıyız. Bu konuda alnı en ak olan da bu güçlerdir.