
Yazar Veysi Sarısözen, Yeni Özgür Politika’da kaleme aldığı son yazısında, PKK’nin silah bırakma kararının ardından CHP’ye yönelik yoğun baskıları mercek altına aldı. Süreci “çözümün eşiği” olarak nitelendiren Sarısözen, iktidarın CHP’ye dönük operasyonlarını “muhalefete karşı darbe süreci” olarak tanımladı ve barışın toplumsallaşmadan kalıcı olamayacağını vurguladı.
Sarısözen’in “Yargı sopaları ne zaman yakılacak?” başlıklı yazısının tamamı şu şekilde:
CHP, bu sürecin demokratikleşme sürecine dönüşmesini kuvvetle dile getiriyor. TBMM’de kurulacak komisyona katılma kararı alıyor. O halde Erdoğan dalgalar halinde CHP’ye karşı bu tutuklama furyasına neden devam ediyor?Gerilla silah bıraktı ama sistemin iki büyük partisi savaş halinde.
Neden?
Mesela CHP, şimdiki sürece İyi Parti ve Zafer Partisi gibi azgın bir milliyetçilikle karşı çıkmış olsaydı anlayabilirdim ama hayır. AKP, CHP’ye “çözüm sürecine karşı olduğu için” saldırmıyor. CHP, devlet için ölüm-kalım, hayat-memat meselesi olan savaşı sonlandıran bu süreci kesin bir dille destekliyor.
Dahası gerillanın silahlarını yakmasından sonra, bu sürecin demokratikleşme sürecine dönüşmesini kuvvetle dile getiriyor. TBMM’de kurulacak komisyona katılma kararı alıyor.
O halde Erdoğan dalgalar halinde CHP’ye karşı bu tutuklama furyasına neden devam ediyor? Neden “devlet projesi” olan bu sürece CHP’nin katılmaması için Türk siyasi tarihinde görülmemiş bir “muhalefete karşı darbe” sürecini tırmandırıyor?
Soralım: Bu ağır baskı karşısında CHP “terörsüz Türkiye” denilen bu sürece, İyi Parti ve Zafer Partisiyle birlikte, sırf AKP-MHP iktidarını yıkmak için şiddetle karşı çıksa, hem kendi tabanını, hem de MHP ve AKP tabanını şovenist propagandayla kışkırtmaya başlasa TBMM komisyonundan tek bir demokratikleşme yönlü yasa ya da karar çıkabilir mi? Erdoğan “AKP, MHP ve Dem Parti” ile birlikte bu işin içinden çıkacağını ilan etse de, TBMM’deki böyle bir çoğunlukla meydanlardaki çoğunluğun karşı karşıya gelmesi demokrasiye yol açabilir mi? DEM Parti böyle amaca uygun olmayan bir ittifaka yanaşır mı?
Erdoğan’ın son konuşması bir “çaresizlik manifestosudur”. Başkan Apo ve PKK Erdoğan’ın elinden her türlü anti-demokratik uygulamanın bahanesini çekip almıştır. DEM Parti dokunulmaz bir meşruiyet kazanmıştır. “Terör bahanesiyle” artık Kürdistan’da tek bir kişi tutuklanamaz. Kürdistan şehirlerinde, ilçelerinde ve köylerinde OHAL uygulamaları yapılamaz. Ses hızını aşan uçaklarla gece yarıları çocukları hiç kimse korkuyla yataklarından fırlatamaz. Şu ya da bu nedenle sokağa çıkan halka karşı hiç kimse gaz bombası atamaz, silah kullanamaz.
Şimdi bu kazanımların yasalarla hukuki bir zemine kavuşturulması gündemdedir. Hukuki zemin nedir? Açıktır ki, hukuki zemin doğrudan Kürt sorununun kökten çözülmesinden önce, kuvvetler ayrılığının gerçekleşmesidir, yargının bağımsız ve tarafsız duruma getirilmesidir. İfade özgürlüğünün, toplantı ve gösteri özgürlüğünün, örgütlenme, sendikalaşma özgürlüğünün, yani Kürt sorununu ve bütün ülke sorunlarının silahsız, barışçı, parlamenter ve legal yoldan çözülmesinin önündeki bütün engellerin kaldırılmasıdır.
Kürt halkı ulusal varlığının tanınmasını tüm tarih boyunca devletten beklemedi. Yüz yıl boyunca varlığını kendi mücadelesiyle, Anayasal olmasa da fiilen devlete kabul ettirdi. Bugün de özgürlüğünü, komünalizm yolunda kendi kendini yönetme hakkını, ana dilde eğitim hakkını, Türk tarafıyla Kürt tarafı arasında uyumsuzluğu ortadan kaldırarak, bu uyumsuz iki halkın devlet yönetimine, yerel yönetime eşit haklı katılımıyla entegrasyonunu devlet kararıyla beklemeyecek, kendi mücadelesiyle elde edecek.
Ama böyle bir demokratikleşme, artık halk çoğunluğunu kaybetmiş olan iktidarın ilk seçimde yenilgisini kaçınılmaz kılacak. İşte Erdoğan’ın açmazı buradadır. Silahların susmasından sonra, bunun gereği olarak atacağı her adım onu iktidardan uzaklaştıracaktır.
İşte bu nedenle “devlet projesinin” gereğini yerine getirmeden önce, en büyük rakibine sonunu düşünmeden darbe yapmaya kalktı. CHP’yi bu darbeyle çökerteceğini, içinden böleceğini, halk tepkisinin bir kaç gösteriden sonra söneceğini düşündü.
Büyük bir hesap hatası yaptı. Eğer CHP’den bağımsız halk isyanı olmasaydı, Erdoğan bu amacına ulaşabilir, seçimi kazanmayı garanti edebilir ve bu rahatlıkla “devlet projesinin” gereklerini yerine getirebilirdi. Ama şimdi açmazdadır. Beklenmedik şekilde halk çoğunluğu meydanlardadır. “Tayyip istifa, erken seçim” diye haykırmaktadır. Erdoğan ne şu andaki konumundan tekrar geriye gidebilir, ne de demokrasiye doğru ilerleyebilir.
DEM Parti tek başına Erdoğan’ı demokrasiye doğru ilerletemez. İyi Parti de tek başına Erdoğan’ı çözüm öncesine sürükleyemez. Saldırı altındaki CHP’nin çözümden yana tutum alması büyük önem taşımaktadır.
O nedenle “süreç ittifakı” AKP-MHP-DEM Parti ile sınırlı kalmamalı, CHP dahil tüm muhalefet “süreç ittifakının” bileşenleri olmalıdır.
Barış ve demokrasi süreci, şu ya da bu şekilde TBMM’de “siyasi” içeriğe kavuşabilir, ama kalıcı olması sürecin halk içinde “toplumsallaşmasına” bağlıdır.
HABER MERKEZİ